22
Yorum
69
Beğeni
4,9
Puan
641
Okunma

Bir şair, gecenin sessizliğinde oturur masasında. Düşüncelerini kâğıda dökmeye çalışırken fark eder ki, kelimeler onun değil, duvarın sarmaşık gibi içine dolanmış gölgelerinin sesidir. Her cümle bir kendini kandırma, her mısra bir ufak intihardır; ama şair buna rağmen yazmaya devam eder. Çünkü bilir: İnsan, acısını açık açık söyleyince melodram olur, ironik söyleyince ise şiir.
Bu kısa şiir, bir yandan şairin kendi iç yolculuğunu anlatır; bir yandan da kelimenin hem sığınak hem tuzak olduğunu gösterir. Sarmaşık gibi sarar içini, kökü görünmezdir ama gözüne ilişen her yaprağı, her gölgesi, bir hikaye fısıldar. Ve en sonunda şair, susmanın aslında yazmanın başka bir biçimi olduğunu fark eder: sessizlik, kelimelerin en keskin metaforudur.
Her şair biraz “sarmaşık”tır;
duvara değil,
kendi içine tırmanır aslında.
Ve her mısra,
bir sonraki suskunluğa açılan
gizli bir kapıdır.
Çünkü bilir,
sükût da bir cümledir aslında;
Allah’ın noktaladığı.
Bazen bir virgül kadar küçülür içimiz,
bazen ünlem oluruz
kimsenin duymadığı bir isyanın sonunda.
Oysa hayat,
çoğu zaman üç noktanın ardından
devam eden bir belirsizliktir.
Şair,
kendi yangınında ısınmaya çalışan
bir üşümüş çocuk gibi bakar dünyaya;
dumanını gizleyerek.
İçinden geçenleri söylemeye kalksa,
ya yasaktır,
ya yakar…
Kalbinin tutanaklarını
kendi içine imzalayan bir memurdur o;
evraklar hep gizli,
mühürler hep yaralı.
Kimse bilmez,
şiir dediğin;
ruhun sakladığı kan izlerini
kâğıda sürmekten ibaret bazen.
Kimse görmez o izlerin
hangi gece yarısında
hangi yalansız ağrıdan kaldığını.
Ve şair,
en çok,
“İyiyim” derken kırılır.
Çünkü kelimeler,
çoğu zaman giydirilmiş çıplaklıktır;
söylenen başka,
soyunmuş olan bambaşka…
Sonra birden,
bir kapı daha açılır içeri;
mısranın ardında gizlenmiş öteki içeri.
Ya çıkarsın kendinden,
ya daha da girersin kendine…
Ama yine de yazar,
çünkü her satır
bir dua ihtimalidir:
Belki görünmez bir el
sarılır bileğine,
belki bir göz
anlar seni,
belki bir yürek
senin cümleni kendi sırrı sanır…
Ve şair,
o an,
dünyadaki tüm acıları
tek bir kelimeye
sığdırabildiğine inanır:
umut.
Ne tuhaf,
insan bazen kendi duvarını da süsler;
duvarına kendi gölgesini asar da
bir tablo sanır.
Ve şair…
Şair en çok kendi yankısını alkışlar,
çünkü kimse o kadar uzun süre dinlemez onu.
Her dize,
biraz “ben demenin”
utanmış hâlidir.
Belki de o yüzden,
şiir bir yüzleşme değil,
kibarca “kandırmaca”dır aslında.
“Bakın ne güzel ağlıyorum” der gibi yazarız,
ama gözyaşı mürekkebe karışmaz çoğu kez.
Kağıt bile inanmaz bize bazen.
Aşk deriz —
oysa çoğu zaman
yalnızlığın estetik bir ifadesidir o.
Hüzün deriz —
çünkü acı demek fazla çıplaktır kulağa.
Ve umut… Ah o umut!
Şairin kendini kandırırken kullandığı
en süslü kelimedir.
Bir gün biri gelir,
“neden hep karanlık yazıyorsun?” diye sorar.
Bilmez ki,
ışığı yazmak için
karanlıkta oturmak gerekir.
Her mısra bir yangından kalmadır,
her virgül bir nefes arası.
Biz şairler,
çay bardağında bile anlam ararız;
çaydanlığın fokurtusunda hayat felsefesi kurar,
poşet çayın intiharını romantize ederiz.
Dünya yanar,
biz “güzel yandı ama” deriz.
Bazen de,
bir kelimenin içinde saklanırız.
“Hiç” deriz mesela,
ama oraya kadar yürümüş bir ömür gizlidir ardında.
“Gitme” deriz,
ama aslında “kalma” demeye cesaret edememişizdir.
Ironidir işte bu:
Söz bizden çıkar,
ama bizi hiç anlatmaz.
Kendi sesimize yabancılaşırız zamanla,
sanki başka biri yazmış gibi okuruz geçmişimizi.
Ve o zaman anlarız,
her şiir biraz intihardır —
ama kimse ölmez sonunda,
sadece bir benlik eksilir.
İnsan büyüdükçe,
duvarlarını boya ile değil,
sessizlikle kaplar.
Ve sarmaşık,
duvarın değil,
kalbin yüzeyini kaplar.
Kökü içindedir artık.
Biz,
susarak büyüyen kelimelerin bekçileriyiz.
Herkes konuşur,
biz dinliyormuş gibi yaparız —
çünkü sessizlikte yankılanır en gürültülü hakikat.
Ve ironinin en güzel tarafı,
acı çekerken bile zarif görünmektir.
Yani gülümserken ağlamayı becerebilmektir.
Çünkü biliriz,
acı açık söylenince melodram olur,
ama ironik söylenince şiir.
Belki de o yüzden,
her şair biraz “sarmaşık”tır;
duvara değil,
kendi içine dolanır,
ve sonunda
kendi kalbini boğar zarifçe.
Ama ne fark eder,
biz yine de yazarız —
çünkü kelime,
insanın kendine açtığı tek mezardır
ve şiir,
o mezarın en güzel çiçeği.
Her sarmaşık,
bir gün kendi kökünü bulur.
Ama o ana kadar,
her tuttuğu dalı “kader” sanır.
Şair de öyle;
her acıya “şiir olacak” gözüyle bakar.
Çünkü inanmıştır,
yarası kadar derindir insan.
Ve bazı yaralar
kanamaz — sadece sızlayarak yazar.
Gülümser bir yerde,
çünkü bilir:
acı da malzeme sonuçta.
Hayat,
iyi işlenmiş bir ıstıraptan ibarettir bazen.
Kırıldığın yerden sızar mısra,
ve her kırık,
bir sanat gerekçesidir.
Kim bilir,
belki Tanrı bile susar bazen,
bir şairin yazdığını izlemek için.
Çünkü o da merak eder:
yarattığım bu varlık,
düşünürken mi yanacak,
yazarken mi?
Ironiktir ya,
şairin kalbi yanarken
elleri üşür.
Çünkü kelimeler sıcaktır —
ama yazan hep soğur.
Bir gün anlarsın,
bütün o büyük laflar,
yalnızlığa kılıfmış aslında.
“Anlatmak” isteği değil,
“anlaşılma” ihtimali yakar insanı.
Ama kimse anlamaz.
Çünkü herkes,
kendi yankısına sağırdır.
Yine de yazarız.
Çünkü konuşsak kimse dinlemez,
ama sustuğumuzda herkes merak eder.
Ve işte o merak,
şiirin en iyi reklamıdır.
Hayat mı?
Bir kelime hatası belki.
Dünya, koca bir düzeltme işareti.
Biz, yanlış yazılmış bir duygunun
parantez içiyiz sadece.
Ama ne gam!
Şairin işi yanılmak değil midir zaten?
Her cümleyle biraz daha yanılıp,
biraz daha doğrulmak.
Kendi içine tırmanıp
kendi içinden düşmek.
Ve en sonunda —
sarmaşık,
kendi gövdesine dolanır,
ve kendini sarar.
İşte o an,
susmak başlar.
Çünkü suskunluk,
şiirin son kelimesidir.
Ve şair,
sonunda fark eder:
kâğıt bitmezmiş aslında,
sadece kalp yorulurmuş.
Biter mısra,
biter nefes,
ama kök kalır.
Ve o kökten,
belki bir gün,
başka bir “ben” filizlenir.
Belki o da yazar bir gün —
“Her şair biraz sarmaşık’tır,” der.
Ama bilmez ki,
biz çoktan toprağa karıştık,
ve hâlâ tırmanıyoruz içimize…
5.0
97% (28)
1.0
3% (1)