10
Yorum
29
Beğeni
4,9
Puan
201
Okunma
Hayatta çoğu zaman adımlarımızı görünmez iplerle çeken bir güç vardır. Onu ne görebiliriz ne durdurabiliriz; yalnızca hisseder, bazen direnir, bazen teslim oluruz. Bu şiir, o sessiz yürüyüşün, gölgelerle örülü koridorlarında bir gezintidir. Her adımda kendi içimizde karşılaştığımız gölgeleri fark etmek ve onlarla yüzleşmek… İşte kader, belki de sadece bu kadar: içimizdeki gölgelerle yürümek.
…kader,
gecenin koynunda mühürlü bir sır gibi durur;
yaklaştıkça geriye çekilen,
kaçtıkça peşinden gelen bir gölge.
İnsan bazen kendi ayak seslerini bile duyamaz,
çünkü kader, kaldırımlara kendi adımlarını kazımıştır.
Biz sandığımız o gidişler,
çoktan yazılmış bir dönüşün kıvılcımlarıdır.
Bir perde açılır içimizde,
sahnenin ortasında bir nokta yanar:
“Ben,” dersin,
ama o nokta kaderin elindeki fenermiş meğer…
Sen yürüdükçe seni aydınlatmaz,
sadece karanlığını gösterir.
Kader,
duvardaki bir çatlağın bile nereye varacağını bilen
eski bir bilgedir;
biz ise o çatlağın önünde
su gibi titreyen acemi bir çizgi…
Büyüdükçe eğrilir,
eğrildikçe derinleşiriz.
Ve nihayet,
bir susuşun en koyu yerinde anlarsın:
Kader, sana “gel” diyen bir kapı değil,
seni hep içeride bırakan görünmez bir kilittir.
Ama yine de yürürsün;
çünkü insan,
kilidin anahtar olmayı unuttuğu bir masaldır
ve kader o masalın en karanlık cümlesinde bekler.
…devam eder hikâye,
bir yumru gibi boğazda duran
o görünmez ağırlığın içinden fışkırarak.
Kader,
bazen bir koridorun sonunda unutulmuş
tek bir sandalye olur;
oturursun, beklemeye başlarsın,
ama ne gelen vardır ne giden.
Sonra fark edersin:
Aslında beklediğin kendinsindir—
henüz gelmemiş, henüz doğmamış,
henüz cesaret edememiş hâlinle…
Bir gün rüzgârın dili çözülür;
kuru bir yaprağın devrilişinde bile
yüzyıllık fısıltılar duyarsın.
O an anlarsın ki
kader,
görünmeyen bir yazı değildir;
her harfi,
senin iç çekişlerinde mürekkep bulan
kendi elindir.
Ama en hırçın çağında bile
kaderin bir huyu vardır:
Seni hep en zayıf yerinden tutar.
Zira insan,
kendi yarasını en iyi kanatan ustadır;
kader ise o ustanın elindeki
paslanmış bıçak…
...gece,
üzerimize bir kefen gibi serilirken,
göklerin susuşu birden ağırlaşır:
Sanki gök bile bilmez
hangi rüyaya düşeceğini,
hangi duaya eğileceğini.
İşte o anda,
bir sızı süzülür kalbin kuytusuna.
Ve anlarsın:
Kader dediğin,
Allah’ın karanlıkta attığın adımlara
giydirdiği bir sabır elbisesidir.
Sen yürüdükçe eskir,
sen durdukça daralır,
ama asla sırtından düşmez.
...işte, son perde…
Gecenin en derin yerinde yankılanan
o tek sesin önünde dururuz şimdi.
Kader,
bir çizgi değildir;
ruhun en karanlık odasında
kendine doğru açılan kapıdır.
İçeri adım attığında
ne zamandır bekleyen gölgeler susar,
ışık bile sana gözlerini indirir.
...bilirsin:
Kaderden kaçılmaz;
ama kaderi taşıyan da yalnız sensin.
Bir mezar taşı gibi ağır,
bir dua nefesi gibi hafif…
Son mısralar şimdi şöyle iner geceye:
“Kader,
benim siyah yol arkadaşım;
yürüdükçe içime çöken,
durdukça beni çoğaltan…
Sen beni nereye yazdıysan,
ben orada beklerim;
çünkü bilirim,
sen hüküm değil—
Hakk’ın sessiz tecellisisin.”
5.0
93% (13)
4.0
7% (1)