13
Yorum
35
Beğeni
5,0
Puan
7201
Okunma


’’Ah ne çocuklardık/ele avuca sığmazdık
adanmıştık,inanmıştık/korku yasak tanımadık
imkansızı istedik/kırk kapının kilidin açmadık da/
kırk birinci odaya girdik
bir yar sevdik/kaf dağının ardında
sevmekten vazgeçmedik
aşkı bilirdik/sevmelere doyamadık
vurulduk,umarsız sevdalarda’’Gülsüm Cengiz..Tomurcuk..
Postacısını kaybetmiş zamandayız..
Zaman sadece yaşadığımız şeylerden mi ibarettir,yoksa
zaman,sadece yaşamak anlamına mı geliyor?..
Bir sabah uyanıyorsunuz,bir yanınız eksilmiş..
Belki daha öncesinde kaybetmişizdir fakat kesik parmağın
sonradan başlayan sızısı gibi aynı anda anlaşılmıyor eksilen yanımız da..
Bir sabah uyanıyorsunuz,gördükleriniz karşısında umutlanmamak
ihanet gibi geliyor..
Hayran olduğum bir kabus diyor ki ’Hadi,bütün fotoğrafların gözlerine
ince siyah bant çekelim’..
Sırtından makaslanmış bir filmin içinde söylüyor üstelik..
Bilmiyor,zıvanasından çıkmış günlerde aşk,bir pergel mesafesinde..
Zaman,tarihin akış yönüne aykırı düşen olaylara yenik
düşüyor sanki..Mevsimlerden beklediğini,günlere,
sabah düşünü akşama yormaktan soluk soluğa bir tuhaf
beklentiler silsilesine dönüşüyor hayat..
Yağmurdan buluta,yere düşen bir yaprağın hüznünden
çocukların şen kahkahalarına kadar
İler tutar yanı kalmamış bir çağda nedenli nedensiz umutlar büyütüyoruz..
Kadavraya dönüştüren bir sistemde ilk hücre gibi
insanileşme arayışındaki evrimsel anı zorluyoruz sanki..
İnsanın insana zulmünü hangi umuda sığdırırsan sığdır
umudun şizofreniyle bir akraba oluşu,nispeten dik durmamıza salık veriyor..
Zaman,tarihin akış yönüne aykırı mı ilerliyor yoksa,
kendi gerçek renklerimize dönüşümüzün bir devinimsel
süreci mi bütün olan biten?..
Şairin dediği gibi ’Zaman bir gül,bir yaprak gibi
şiir kitaplarımın arasında saklayamadım
bir ömür boyu iki gözüm gibi bakamadım
doğanın bize armağanı renkler
yargılanıp yakılıyor yalan mı
ormanın yeşili,karanfilin kırmızısı,gülün sarısı
ve denizin mavisi
merhaba demişlerse birbirlerine
suçmu işlemişler
yazık mı etmişler kendilerine
ben renklere yanıyorum
yeni aşklar,mavi denizler
ve yeşil ormanlar dinamitleniyor
düşünebiliyor musun
bir insan kendi kıvılcımına kurban oluyor
bense insanlara yanıyorum’’..Öztürk T..Z Renkler..
Zaman,bir çiçeği bozguna uğratacak kertede tüketiyor mevsimi..
Yine böyle bir zamanda içimdeki ses öylesine bir sırrı paylaşıyordu ki,
öl dese ölebilirdim,öylesine ikna oluyordum ki,anlatamam..
Bazen bir şeylere hazırlıksız yakalanırsın;ve zaman sanki bir süreliğine
sabitler kendini..İçin geçer,uçarı kuşlar dolanır tepende..
Bir yanın olaylara karışır,bir yanın aynı saksıda boy vermiş
iki güzel yaprak gibidir..Aklın,duyguların öylece tırmanır
mutluluğun himalayalarına..Zamanın bütün o keşmekeşliğine rağmen
dialogsuz bırakılmış bir figürana hazırlıksız yakalanmıştım o sabah..
Ah onlar yokmu,onlar birer sessiz sinemalardır ve aslında
elmacık kemiğinden azıcık gülümsemeleri dahi kapalı gişedir her birinin..
Meçhul Figüranla bir masanın aynı ucundaydık,göz göze..Bakışları
bir tanıdık gecikmeydi..Aramızda bir ıssız dalgınlık,aykırı bir hüzün..
Avuçlarımızda bütün yarım kalmışlıkların terli özlemi..
’Ben’ dedi..’Nasıl desem,bir kent elimde kaldı,ama ben çoğaldıkça çoğalıyorum..
Biliyor musun üstelik isimsiz ve kimliksizim..Dahası,herkes en önde olana tuhaf
bir biçimde hayranken hiç ses etmedim’’Meçhul Figüran..
Dedim ya hazırlıksız yakalamıştı beni..Uzunca bir zamandır
beklediğim bir andı oysa..Kalbim yerinden çıkacak gibi,küt küt atıyordu..
Arkamızda pimi çekilmiş bir sahneye çakıltaşı serpiştiren insanların
sesleri birbirine çarpıyordu..O müthiş gürültüden yavaşça uzaklaşıp
bir köşeye çekildik..Olacak gibi değil,burası paklamazdı içimizdeki
birikmiş bin yıllık sözlerimizi..Kaldırımda yürürken bir yandan
konuşuyorduk,bir yandan da kendimize bir yer bakmak için
göz ucuyla sağlı sollu yer bakınıyorduk..Nihayet gözlerden uzak
sığınacak sıcacık bir mekan bulmuştuk..Anlamsız dünyaya aldırış etmeden
seslerimiz,sorularımız,nefeslerimiz bir çırpıda buluşuyordu işte..
Bir figüranın hüznü değildi beni bu kadar sevindiren..
Kayıtsız ve kibirli insanların kokuşmuş sistemden bir parça
yer kapma hırsına karşı, direnen ve içindeki güzellikleri yaşatmasını bileneydi..
Aslında ben kendimi bu dünyaya hep hazırlıksız yakalandığımı düşünürüm..
Bir çoğunun haddinden fazla önemsediğini önemsemediğimdendir belki de..
Yoktan varolmadığımız gibi vardan da yok olmadığımız gerçeğini düşününce
bizi bize bağlayan maddenin çok sonrasının hazırlığını yapmak oldukça
duygusuz ve bencil olmamızı sağlıyor..
Yaşama çok fazla bir anlam yüklemenin insanı kibirli ve
duygusuz kıldığı bir gerçek..
Oysa doğar büyür ve ölürüz..Yaratıcılığı ve sevgi yumağını bir kozada
büyütür gibi çoğaltıp birbirimize serpiştirdikten sonra başka ne isterki insan..
Misal bu an,hani böylesi bir anı yaşayıp hemencecik göçüp gitsem
hiç ama hiç üzülmem..Saf ve duru bir duygunun zirvesinde
sonsuzluğu kucaklamak gibi..
Filimsiz kalmış bir figüranla çaylarımızı tazeleyip telefonlarımızı kapattıktan
sonra kaldığımız yerden devam ediyoruz..
Tebessümle gözlerimin içine bakıyor..Bırak sorsunlar,arasınlar bizi diyorum..
Nasılsa ulaşamayınca bir tuhaf mesaj bırakırlar duygusuz telesekretere.
ilk defa bir mektuba adres düşüyordum..
Geri sayım başladı çünkü..
Ve o ses,kulakları sağır edercesine
durmadan aşağı çekiyor kahrolası rakamları..
Yarım kalmış bir romanın altları kalemle çizilmiş sözcükleriyle
konuşma zorunluluğu olmadan,yarım yamalak deneyimlerin,
yetersiz algılamaların,bir adım ötesindeyiz..
En saklı yerlerimizde bıçak keskinliğinde sakladığımız
cesaret ve kitaplarımızda yok artık..Hiçbir şey kalmadı ellerimizde..
Odalar dolusu şiirler ve ’......’ den başka..
Temmuz son Cumartesi-15 Ağst.14..Cihangir..
Hiç bir mevsime kaptırmadığım şiirler feda ettim yedinci mevsimde
bir ay boyunca
geceler sevdim
uzun şarkılar dinleyip
iki beden büyük insanlar sevdim
ellerinde fettan bir beyazlık
yüzünde bir martının şaşkınlığı,görmeliydin
bir ay boyunca durmadan
gündüzler ve akşamüstleri sevdim
dört cumartesi
okullu oyunlar oynadık
yüzümde çerden çöpten sevinçlerimle
rengimle sokakları boyadık çocuklarla
bir uçtan bir uca
yine de müziksiz tek bir harfe uzanmadı ellerim
şiirden mektuba bütün renklerini denedim mevsimin
bu şehrin denizlerine dalgakıran oldum
ateş oldum
Su oldum
bin mısra döktüm gecenin bir çocuğa devrilen saatinde
Bir ay boyunca
yerle gök arasında bir yerlerde eşzamanlı doğdum
üstümde yakamoz desenli gece
yedi tepe rüzgar dört yanım
çıldırmış ellerimde bir İstanbul hüznü
kendi gezegenine vurgun yıldızın öyküsüydü düşlerim
Yalnız Bırakılmayı Hak Etmeyen Şiir..
Şimdi mevsim Temmuz kalsa böyle hep
gece oldumu denizden devşirdiğim mavinin çiylerini düşürsem ellerine
bizsiz geçen günlere inat
gülsen
gülüşünden bir perde aralansa geceye
susarak dokunsak öteki yanımıza
ay dökülür üzerimize
bu anda
burcu burcu sevinçleri taşar
şımarık Temmuz’un
tek tek komşu evlerin pencerelerinde gezinir şarkılar
dünya döner fakat ’gitmek’ bir köşede
üstünü başını yırtar
düşlerden sıyrılmış bir aşka sığsak
en küçük bir boşluğa yer vermeden
işlese işlese,ta en derinimize
Su’ya öykünen bir yaprak
imgesine adanmış bir şiir gibi
Şimdi mevsim Temmuz kalsa böyle hep
mutlu sonla biten filmler yazsam yoksul kentlere
adressiz mektupların elinden tutsa senle gelen rüzgar
çıldırasıya bir renk çizsem avuçiçine
pervasız bir yangın olsak ilk sözcükte
sabah olsa
üstümüzden gökkuşağı geçse
sonra
alıp başımızı gitsek birikmiş denizaşırı özlemlerimizle
bir mısra sevi
bir sözcük aşk yeter
bir de
içine düşen mavi
-Sen yine de
her zaman böyle güçlü olduğumu sanma
lehçesinde bilmediğim şarkılarla avunuyorum çokça zamandır-
5.0
100% (28)