9
Yorum
15
Beğeni
5,0
Puan
2929
Okunma

(Herkes birilerine benzer sen yalnızca kendine benzersin)..
Duyguyu savunmak gerek diyordu ustalar..
Tek başına kalmak pahasına duyguyu savunmak gerekiyor..
Duyguyu savunmak için uzun uzun sözlere de gerek yok..
Bunun tersini düşünenlerede bir söz söylemiyorum,gülüyorum..
Gülüşüm,bunun tersini düşünenlerin aklını karıştırıyor..
Bu gece hiç uyumuyorum..Saatlerce ne mi yapıyorum..
Hayal kuruyorum..Üstü açık turuncu Tosbağa’nın
içindeyiz ve ağaçlıklı bir yolda şehirlerarası ilerliyoruz ..
Sanki eldeğmemiş bir dünyaya giriyoruz..Bu düşüm
şafak sökümüne kadar devam edecek ve gündoğumu
her sabah olduğu gibi göğü günaydınlayacağım en
sevdalı halimle..Kesintisiz bir uyku çekmiş rahatlığıyla
düşüyorum yollara..Bu sabah istedimki kendi başıma gideyim
sete..Toplu taşımadan uzun süre uzak kalmak boğuyor beni..
Metroya iniyorum..Bütün ulaşım yollarının yerin dibine alınması,
dışarda sürüp giden hayatın yokolmasından başka bir şey değil
biliyor musun?..Evrenin yaşına göre saniyelik ömür için
neler neler yapıyoruz..Yaşama düşkünlük yüzünden birileriyle
itişip kakışıyoruz ve sırf bu yüzden nasılda alçalıyoruz..
Bu düşkünlük yüzünden sürekli kumpaslar kuruyor birileri..
Metroya binerken insanın içini ferahlatan tek şeyin
sokak sanatçıları olduğunu düşünüyorum bu yüzden..
Koridorların bir ucundan keman eşliğinde çıkarsın,diğer ucundan
bir kızın sıkı sıkıya tutunduğu viyonelsel^inden düşen melodileriyle..
Ne tuhaf.Yerin üstünde sokak sanatçılarını döven,
enstrümanlarına el koyan sistem,yerin altında bir kaç kuruş
para karşılığı buna izin veriyor..Toplumsal adalet böyle böyle
dağıtılıyor yazık ki..
Bu akşam evde güzel bir sofra hazırladım kendime..
Yemek yapmayı sevsemde en çok ona muazzam güzellikler katmak
için verdiğim uğraşı seviyorum..Genişçe bir tabağa rokalı,maydanozlu
ve daha bir sürü yeşilliklerle kaplı isimsiz bir speysel hazırlıyorum..
İki kişilk servis açıyorum..diğeri mi? Fotoğrafın gülyüzüne..
Önümüzdeki günlerde smirna’ya yapacağım yolculuğa hazırlık yapıyorum
bir yanda da..
Bu gün Gülse Veli abi ve ben Cihangir’de saatlerce
Gülse’nin yeni oyununu konuştuk..
Gülse,’yalan dünya’sına veda edeceğinden sanırım
öyle öfkeli,öyle kızgındı ki günboyu konudan konuya
konuşup durdu..Veli abi o her zaman ki sakinliğiyle
arada ’hı hı,evet,tabi’ gibi sözler dışında pek konuşmadı..
Temmuz’da sana yazdıklarımın bir kısmını bir hikayenin
oyuna dönüşmesi üzerine konuştuklarımızın dışında
açıkçası hiçbir konu beni heyecanlandırmadı bu gün..
Bencilce bir düşünceyse eğer bu düşüncem,bir kereye mahsus
bunun için bencilce olmak bile nasılda güzel anlatamam..
Hem nasılsa Gülse tüm sıkıntılarından Veli abinin
olağanüstü çabası sonucu kurtulmamış mıydı..
Bu gün uzun uzun yol haritası çıkardık..Şimdilik
çok fazla netleşen bir durum olmasada epey mesafe
kattık..Kendimce en güzel kararın notunu düşüyorum tarihe..
..’Neden bazı günler renksizdir?..Gökkuşağına baksan o bile
kurşuni bazı zamanlar..Gülse’ye sorsan mevsimlerin yüzündenmiş..
Bak sen şuna..Hemen bir suçlu buluverdi yine..Mevsimler
gelip geçici değil mi)? Hatta onlar bir devinimin etrafında gelir
geçerler,bir kusurları olsa birbirleriyle olan dayanışmalarından
hallediverirler..Koca denizi üşütüp sonrasında ısıtmayan
mevsim gördünüz mü hiç?Kesinlikle ben görmedim..Üstelik
bu dünyadan olduğumu ısrarla iddia edebilirim bile..
Gülse diyor ki İstanbul emekleyen bebek gibidir..
Bir boşluğunu bulmasın tokadı yapıştırıverir yüzüne vallahi..
Düşündümde akşamları belli mekanlara,geceleri
yorganın altına sığınan bizler için pek bir tehdit
sözkonusu değildir..Gelde bunu ona anlat..
Gülse ne kadar utana sıkıla saklasa da hep bir
dokunulmazlığı vardır yasalarla arasında..
Bu sözlerini durumdan kaynaklı ’rahatlığıyla’ söylemiş olacağının bende
oluşan dehşet saflığıyla başladım İstanbul’u anlatmaya..
Durduğumuz yerden başlamak gerekli diye düşündüm sessizce..
Birbirine geçmiş çatıların kimilerinin derme çatma kocaman
görüntü oluşturduğu mahalleden..Deniz kokusunu evlerin
odalarına kadar dolduğu bu semtten başlamalıydım..
Semtin büyük meydanından her yana açılan caddesinden,
daha sevimli sokakları dolaşa dolaşa bazen bir cafeye
bazen bir dostunun evine gidiliyordu..(Yüzüme anlamsız bakışı
görmemezlikten gelip devam ediyorum)Doğaçlama
anlatıyorum durdurabilene aşkolsun..Beatles’i bitirip
Pi cafenin arka sokağındaki dar kaldırıma oturacaksın....
Zeytinburnu-Fındıklı tramvayı..Gemiler etrafta çığlık atar..
Sirkeci-Avcılar arası banliyö trenleri hareketlenir,sesi
Ayasofya’dan yankılanır..Bu anda asla görmezden gelemezsin
Galata Kulesini..Binlerce yıldır milyonlarca insanın
kahrını çeker..Kendi içinde ikiye ayrılmış iki semte denge
kurmaya çalışır durmadan..Devrim sesli insanların gece yazılamalarını
kaçırmayacaksın mesela..Beyazıt’da biber gazını yiyip Haydar abi
çayını içmeyenin bir daha kendine geldiği görülmemiştir..
Levent’e geldin mi tam ortasındasındır işte hayatın..
Birden yeterr! diye bir çığlık attı Gülse..sonrasında gülüşmeler
her yanı kapladı.’Reaksiyon fena değil sırf bunun için
İstanbul’a hiç de istemediğim bir misyon yükledim umarım
beni affeder’ dedi..Kızgınlığım geçmemişti umarım affetmez seni
dedim..Kocaman bir çalışmayı oyuncağa çevirdin dememe kalmadı.
Bir oyun oynadık..Elimin üstünde kimin eli var.
Bir,iki,üç bom..Veli abi soy isminden olacak kahramanca dövüşüyordu..
’Bir ırmakta iki kez yıkanmaz demişti bir deli..
Sonra başka bir deli çıkıp yok canım bir ırmakta bir kez
bile yıkanmaz dedi..Daha önce başka bir deli dönüyor üstünde
durduğumuz dünya dedi Fakat bu zırdeli olsa gerek ki tereddütsüz
giyotine bırakmıştı kafasını..Bu delilerin o taşı kuyudan
çıkarma ihtimalleri var mıydı acaba?..
Gülsenin ’yalan dünya’sı o kuyunun dibindeki taş değilsede
Veli Kahraman’ın deyimiyle ’Postmodernizme bazen tek bir
parmak göstermek yeterli,gerisi fıçının içide yaşamayı
tercih edenlerle ilgili bir durum’Veli abi candır can..
Veli abiyle kaygan bir semtte yürürken başımıza neler geldi..
Ama bu durumu sonraki yazıma bırakıyorum çünkü öncelikle
Eşrefpaşa’da paçayı pek kurtaramayışımı söylemeliyim..
Eşrafpaşa’nın sıcak insanlarından henüz habersiz olduğum bir gece
ayaklarım beni heyecanla o semte götürmüştü..Tanınmadık olupta hele birde
fotoğraf çekmişsen bir anda bir sürü insan bitiverir yanına..Henüz bir cümle
konuşmadan bir güzel benzetmişlerdi beni..Sonradan konuşmak adettenmiş meğer..
Sonra o insanlar bir parça ’cesaretime’ olan saygınlıklarından dostluk kurmuşlardı
benimle..Hemen kabullenmem zor olsada sonrasında çok sevdiğim dostluklarım oldu
herbiriyle..Bu gün kaygan bir semtte yürürken aklıma geldi uzun uzun gülmekten
alıkoyamadım kendimi..Bir yandan da sırf bu kadar sesli güldüm diye birileri geliyormu
diye yan gözlerle etrafa bakmaya çalışıyordum..Eşrafpaşa’dan şerbetliydim nasılsa..
Akgün Akova’nın neden Eşrafpaşa’yı kaplumbağa sırtında düşlediğini ve onun
Çiğli denemelerini reçelli ekmeğe olan heyacınıyla yazdığını sanırım iki uyumsuz olan
yelkovan ve akrep misali bu iki uyumsuz semt anlatıyor şimdi bana..
Uyumsuz dediğime bakmayın ikiside insanın anlam boyutunu dehşet genişletiyor..
İnsan bir semtte eksiğini tamamlıyor diğerinde durmadan biçim değiştiriyor..
Eşrapaşa’da kocaman bir set kurulmuş ve bir çok şehirden farklı olarak insanlar
izleyici olmaktan çok inanılmaz eleştirel sözleriyle birikiyorlardı.Sinemamızın deliye
olan bakış açısının o traji komik durumu caddeyi boydan boya kaplamıştı..
Hani kafasına bir huni geçirilmiş eline oyuncak bir direksiyon verilmiş tiplemesi..
Toplumsal gerçekliğimizle nasılda iğreti alaysallık değil mi..Düşüncelerimizin
değerini azaltmek için’ O deli bırakın koşsun,bırakın konuşsun’derler..
Kalabalığın içinden yüksek sesle genç bir kız bağıra çağıra setin gerisine doğru yaklaşıp
kızgınlığını ve alternatif düşüncesini paylaşıyordu hepimizle..
Onu dinlerken aklıma yalnızlığın,sanatın,insani oluşumuzun kimi yerlerde
kendi ellerimizle nasıl buruşturulduğunu düşündüm..
Söz gelimi bir davete gittiniz.(Bu davetler genel olarak zorunlu olur ve nerdeyse
gülüşümüzü dahi sağır eder)..Yanınızda sizi tanıyan herhangi biri..Kesin kararlısınız
sevimli olacaksınız..Davette biri durup dururken star sistemi oyuncu-yazarlarından
birini övecek..Okuduğundan,beğendiğinden değil hani..Dymuştur adını..Kültürlü
görünmek için yapar bunu...Olay çıkmasın diye susarsın..Sizi tanıyan insanların bir kısmı
’İçten pazarlıklı’ diye suçlar..Sus pus oturdun der..Tersi Görüşünü söylesen..
Bu kez aynı insanlar Her yerde olay çıkarıyorsun,bozguncusun der..İşte o an ne
kadar yalnız olduğunu hissedersin..Her iki durumda da bu defa senin kafana
huni geçirirler..Ordaki kızın olağanüstü eleştirisi bana bunları anımsatırken sessizce bu
düşüncemi kendisiyle paylaştım..Ona senden bahsettim..’Bir insan hedefine
ulaşan ben’ini nasıl sever bilir misin?.....bunu en iyi gidip onunla karşılaştığında
anlarsın’diye bilge bir sözle ’ince çizgi’min dışına taşmamamı anımsattı..
Hayat ipince çizgilerde yürür..İnce çizgileri görebilmek için yeni bir bakış açısı, o açıya
uygun bir dil gerek..Gerçekliklerimiz ince çizgilerde görünür kılmıyor muydu yaşamımızı..
İnce çizgiyiyle kalın çizgi arasındaki farklılığı olağanüstü bir çabayla durmadan
korumak gerek..Misal şiir yazan birine sorsalar yüz tane çiçek adını söyleyebilir
misin diye hemencecik söyleyemiyorsa kalın çizgilerinden çıkamamıştır..
05-12 Nisan.2013.
Geldiğin geceler yetişemem içimde ayaklanan şarkıların ritmine..
Ne yapsam ne etsem eskitemem hiç bir sözcüğü..
Suyun ışıkla dansıydın bende..
Her gece yeni bir tiyatro oynanıyordu
kendimizi görebildiğimiz tek sığınağımızda
direniyordu gece
direniyordu sessizliğimiz
ama sen oradaydın ya
nasıl kıpır kıpır
nasıl mutluydum
ah! sen hep orda dur
İnadına,bin nazla
insan kendi saçlarıyla oynarken bile sevebiliyor seni
sen hep orda dur
birbirini kollayan aşıklar gibi
gecenin ileri bir saati
postacısını bekleyen aşık gibi
durdukça
geceye bir güzellik geliyor
durdukça
’yaz’ diyor iç sesim
bir çırpıda yazılıyor ömrüne telaşlı şiirler
yazıyorum içimde bin umutla
’Ey sevgili rüzgar bana Su’nun geçtiği tüm sokaklardan
bir parça rüzgar getir de yüzüme gözüme süreyim’
Gelmediğin geceler dilsiz bir geceyle söyleşip durduk..
Bilirim,kalkıp kentime sığınsam smirna üşüyecek..
Bu yüzden görüntün bile yetiyor bazı zamanlar..
’Söylesene
hercai göklerin önünde mi,arkasında mı’ dedi
gezici bir yağmur
her dakika,her saniye içimizde havalanan kuşlar
ellerine konsun ki sevmek sonsuz özgürlüğe bir açılımdır
gezici yağmur
sarı sıcak bir mevsime el sallamadan az evel
karanlığa bir ışık yaktık Diyojenle
şiirler okuduk dehşet bir kente
kırık plak intihar etti
sevgide akışı durduranın cezasını Dostoyevski’ye bıraktık
direniyordu gece
gezici yağmur gitti
hercai,onun yanındayken,ışığını gördükçe
öylesine çoğaltıyordu ki kendini
kendindeki değişimin onun varlığından kaynaklandığını biliyordu
biliyordu da
o,neredeydi bazı geceler?
(Henüz yeni yakıyorsun ışığını,dünyanın bir yerinde,
çocuklar yeni oyunlar kuruyor arka bahçelerde
bir yerinde büyüyor sütmavi pırıl pırıl bir umut..
Senden,ışığından ötürü bir güzellik geliyor dünyaya)
5.0
100% (16)