7
Yorum
12
Beğeni
5,0
Puan
2843
Okunma

Geceışığını bir fener gibi karanlığı ve umutlarımı aydınlatman ve
bu uğurda verdiğin olağanüstü çabandan ötürü nasıl sevinçliyim anlatamam.
Rüzgargüllerini bilirsin,onlarda seni bilir
Sen bana beyaz zambaklarla ince zeytrinleri anlat
Ben sana Rüzgargüllerinin ıhlara kokusunu..
Geçen Cumartesi gecesi gecenin diğer güne dönüştüğü
bir vakit de siyah beyaz konuşup yazdım sana..Parantez içine aldığım
bölüm o geceden kalma..Siyah beyaz düşler beni renklerden çok daha
mutlu ediyor kimi zamanlar..Yo renklerle bir alıp veremediğim yok
hatta her rengi aynı oranda severim,tabi senin rengine olan tutkumu
saklı tutarak söylüyorum bütün bunları..
Madem siyah beyaz çağda yaşayamadık,yazarak da yaşamak pekela
mümkün..Hani bir resmin vardı geniş ahşap kapısı olan diyeyim ordan
anlarsın demek istediğimi.İşte o resim anlatıyor eski zamanlara
yüzümü dönüp ara sıra seninle böyle konuşup yazmayı..
(Henüz yeni başladığım fakat
Hiç vazgeçmeyeceğim tutkumsunuz..
Yıllar ne kadar çabuk geçip gitse de tarihe not düşecek bu tutkum.
Eskimeden,eksilip çoğalmadan,böyle yapayalnız,böyle dupduru
bir şekilde..Sizin her nefes alıp verişiniz kalbimin üzerinde..
Bir seferinde zeytin ağaçlarından bahsetmiştiniz.
İşte ben o zeytin ağacının gölgesinde gözkuşlarımız
birbirine değsin istiyorum bu mevsim..
Biz mi?
Biz ikimiz tarihe düşen yalnızlığı örtmek için verilmiş
iki isimiz..İki uyumlu isim..
Ben,sizi görebilmek umuduyla ve sizi sevdiğimi söyleyebilmek için
ebem kuşağını takıp belime yollara düşeceğim bu mevsim..
Şimdilik beni yalnız bırakmayan ışığınızla,çiçeklerle,
çocuklarla avunuyorum)..
Senin ellerin,yüzün benim direnme damarım..
Yalnızca bir kere ve yalnızca fotoğraftan gülümsüyorsun
ben bütün içsesini duyumsuyorum..Bir bisikletin
düşünü kuruyorsun,o anda selesinde oturmuş rüzgarın savurduğu
saçlarından topluyorum yakamozlarını..
Soluklanmak için durduğun bir kaldırımda su içiyorsun ben,
palarmalara tutunup kirpiklerimi batırıyorum denizin orta yerine..
Sonra kapatıp ışığını bir yorgana sarınıyorsun muhtemelen,sabah oluyor
ve ben incir ağacının dalları arasından gördüğüm denizi
adınla günaydınlıyorum..Odaya senin şarkıların doluyor.
Şarkılarınla düşüyorum yollara..Geçtiğim caddeler,sokaklar
şarkılarınla ısınıyor üşüten mevsimde..
Bu gece girelim birbirimizin düşlerine..Özellikle bu gece..
Ne söylemişsem söylemişim,ne yazmışsam yazmışım kime ne..
En güzel düşler böyle bir günün sabahında gerçekçi kılarmış kendini..
Son anda bir işin içinde olmayı hiç sevmem fakat zorunluluklarımı
gözönünde bulundurunca ve kısa süreli olmasına hayır diyemedim..
Günlerdir Kıyıya yakın bir yerlerde mekan arayışımız nihayet
sonuç veriyor..Mekan konuya uyum sağlasın diye bir telaş
bir telaş varki herkeslerde sorma..Meğer işin estetiği
kimsenin umurunda değilmiş,işin aslı çok eski fakat
tarihi konumu dikkate değer bir ev bulup onu istedikleri
gibi (Restore) yıkıp talan etmekmiş..
Evin şimdiki sahibi senede bir kaç hafta gelir kalırmış burda.
Gelişigüzel yerleştirilmiş bir kaç parça eşya ve zenginlik
katsın diye mi bilmiyorum heryerde değişik içkiler ve
gereksiz bir sürü tablo,şamdanlık,saten perdelerle dolu..
Duvar diplerinde üç erkek,bir kız çocuğun isimleri kazılı
duruyordu hala ve hepside ermeni isimlerindendi.Söylentiye göre ev bir
papaza aitmiş.Şimdiki evin sahibi zat bürokrat bir aileden..
Ev dışardan ve içerden bakıldığında bin yıllık bir yalnızlığın
delhizlerinde,inatla bütün güzelliğini koruyabilmenin
gururuyla gülerek bakıyordu yüzümüze..
Beykoz sahilini tepeden gören bu iki katlı şirin evin
tarihine ihanet edercesine fütursuz bir film döşeniyordu şimdi..
İçerde,yarı kaldırılmış pencereden uzanıp oynanacak oyunun diyaloglarını
düşünüp kendimi unutuyorum..
Posta kutusu olan tek ev olması bende özlemimi bütünleştiren,
duvarları asmaağaçları kaplı Smirna’da ki Boşnak evini anımsatıyor..
Postacısını kaybetmiş bir çağda olmamıza rağmen,
hiç okunmayacağını bile bile belli aralıklarla posta kutusuna
gizli mektuplar bırakmak istiyorum.
Güneşin doğuşunu bahçeden izleyebilmek için geceyi
burda geçiriyorum bu gün..Ona pragmatik bakmadığım için havanın
kapalı ve bulutlu olması içimdeki sevinci ve heyecanı hiç etkilemiyor.
Turgut Uyar’ın güneşten çok,göğe bakmasının nedenini çok daha
iyi anlıyorum şu an..Güneş doğmasa da Gökyüzü hep orda ve
her mevsim ışığıyla aydınlatıyor dünyayı..Öyleyse her günbatımı
bir gündoğumu mu dur..
Yavaş yavaş kalabalıklaşmaya başlamıştı ev.
Çarpık bacaklı kız heyecanla son makyajı yapmak için kendini
karavana atıyor.
Güzel görünmezse biliyor star olamayacağını..zengin oğlan
fakir kızın yerine vitrinlere aynı tornadan çıkmışçasına güzel
oğlan,güzel kızlara bırakıyor..
Üç on paraya sabahtan akşama dek itiş kakış bekletilen figüranlar ve
fırıldak prodüktörlerde gelmeye başladı.Ben bunlara fırıldak dedikçe
öfkeleri gözlerinden ateş çıkarıyor herbirinin biliyorum.
Fakat nedense hiçbir prodüktör fırıldak olmadıklarını savunamamışlardır..
Literatürdeki tam karşılığını söylüyorum çünkü..
Tarihin bütün akışına güzelliğini koruyarak tanıklık etmiş ev
nitekim bu fırıldaklar tarafından acımasızca talan ediliyordu.
Öyle ya film dolar pompalasın tarih kimin umurunda..
Yeri değil yoksa bu güne kadar nereleri nasıl yakıp yıktılar
hepsini yazsam kimsenin ağzını bıçak açmaz..
Filmin adı,başrol oyuncusu ve değerli bir emeği nereden alındığı
belli olmayan eklentilerle arabeskvari formatıyla şimdiden kendini
belli ediyor.. Duyguyu insani boyutlarda aktarmak kanayan bir durum olmuşsa
eğer bunda kim suçlu?..Yönetmenin sorumluluk duygusunu ne derece kanatır
diye bir soru var ve heryerde ilk önce bunu sorarlar.Oysa sistemin herşeyde
olduğu gibi filmide piyasa ekonomisine bağladığını pek tartışmak
istemez kimse.Hiçbir filmin tanımıtında gişe kavramı teğet geçmez neden?.
Çünkü sanatı gişe ve reytinglere indirgenmiş bir zihniyet sözkonusu..
Herşeyde olduğu gibi sanatı da cadılar cehennemine çevirdiler..
Neyse, kimseye görünmeden mekanı terketmek için hızlı adımlarla
bahçe kapısına doğru ilerliyorum.
Şimdi ve sonrasında neyi nasıl anlatırsam anlatayım hep eksik kalacak.
Sesim nerede kaldı bilmiyorum..
Sesim deyince geçenlerde bir söyleşide yanıma on iki yaşında
bir çocuk geldi ’sesin çok güzel fakat hüzünlüde’ deyince
buna sevineyim mi güleyim mi bilemedim..konuşmak istedim onunla.
Eğilip selam verdim fakat annesi seslenince dönüp bir daha ’sesin çok güzel’
diyerek uzaklaştı..Kalabalığın içinde kaybolup gitti..
Ona söyleyemedim,oysa ne anlatırsam anlatayım bazen hayatın
kalabalıklığında yenik kalıyor işte..Yanlış adreslerden dönüyor..
Bazı zamanlar çok sevdiğim mektuplar da kurtarmıyor yenilgimi..
Senin dışında hiçbir şeye yazmak gelmiyor içimden..
Seni sevdiğimi herkeslerden gizlediğim için darmadağınık
öyküler tutuşturuyor yüreğimi..Bir mektupla neyi anlatabilirim ki..
Yüreğim gülistanından rüzgarın dağıttığı özlemlerime ve düşlerimde
açan kırçiçeklerinin yağmalanmasını hangi harf eksiksiz söyleyebilir ki.
Cem Güneş diyor ki ’Ben toplayacağım yıldızları/sen yeterki göster bana
kuzey ışığını../..yarıda kalmış bir aşk kalbi buzlaştırır’.
Cem abime soramadım fakat bu sözleri söylediğinde muhtemelen bir gün
ihtiyacım olacağını düşünmüş diye söylenip durdum gün boyu..
Oda biliyor dilimde hep aynı sözlerim.Ben toplayacağım harfleri
sen yeterki ara sıra da olsa ’çağırmalar’ yüklü cümleler kur..
’Bırak bu mevsim sardunyalar boylansın içimizde
Bırak ellerim izini toplasın
Gözlerinden başka ne düşer gözbebeklerime
(Gör bak Kimsenin üstlenemediği bir aşka öyle bir geleceğim ki,
sen bile şaşıracaksın)
Dolmayalım Yeryüzümde Gökyüzü yaralarıyla’
13-20 Mart.2013.
Öylesine Işıltılı ki etraf şu an
tutunduğun bir sözcüğü sallasan
bütün yıldızlar avuçlarıma düşecek
pencereler sonuna kadar açık
şehir güzgülleri kokuyor
ben kendimden çözülüyorsam ne çıkar
içimde puntosu büyür ya söyleyeceklerimin
Şimdi istanbul’da serin Cumartesi ve
Smirna’da yer gök yakamoz ya
tutar yerden göğe bir aynanın içinden yürürsün geceye
Bütün sokaklarımı birleştiriyorum
bahar renklerinden kokulu kağıtlar taşıyorum ceplerimde
gezici mektuplar da dünden hazır
çılgınlığım bir bisikletin selesinde
her çocuk düşlerine sığdırabilsin diye
masal sularıyla ıslanıyorum
Bahar son ıslığını çalıyor
gecenin son yolcularıyla vedalaşıp
düşkentine el sallamadan az evel
şehir mahçup
şehir şaşkın ve hüzünlü tebessümlerini döküyor ardımdan
korkuyor,umutlar ektiğin bir şehirde toprak toprak dağılmalara
nerdeyse unutmuştu
asırlık bir davetti bu
herşey bir yana
içime doğru yitirip gitmek değil miydi aşk
’Birbirine benzeyen iki harf gibiyiz
dil sürçse birimiz söyleniyoruz
sen bana şahdamarımdan daha yakınsın’
5.0
100% (14)