0
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
23
Okunma
Nihal’im, bir öfke bahçesinde açar gülüm,
Kızdıkça billurlaşır sırrı, buğulu camdan düşer cümle kelam.
Ben kızdırdıkça, güzelliği çözülür kara sevdadan,
Bir nehrin yatağında kaybolmuş dua gibi, ağlar sessiz.
O ki, sükûtun sınırında gezer,
Öfkesiyle yoğurur benliğimi, bir usta elinde çamur.
Her darbe, bir nakış bırakır ruhumun en kuytusuna,
Kızgınlığı, ateşten bir mühür: “Varlık, yokluktan doğar.”
Nihal’im, senin gazabın bir ilahi nefes,
Melal kokulu, lirik bir rüzgâr eser tenimde.
Kırgınlığın, modern bir ayindir sanki,
Tekke ile kafe arası bir yerde, zamanın sınırlarını aşar.
Seninle her kavga, bir sırra yürüyüş:
Öfken, bir miraç; suskunluğun, bir evren.
Bu çağdaş çöl içre, senin kalbine sığınmışım,
Bir “hiç”im, senin “var”lığınla tamam.
Nihal’im, senin kızgın bakışların,
Metafizik bir harita, kayıp yıldızların izinde.
Aşkın, bir tecelli; öfken, bir tevhid:
“Ancak sen varsın, o kadar…”