0
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
40
Okunma
Nihal’im, öfkeni bir lütuf gibi taşıdım alnımda,
Her kızgın bakışın âteşiyle yandı yüzüm.
Sen kızdıkça, güzelliğin sır oldu,
Bir tasavvuf mürekkebiyle yazıldı hikâyemiz.
Bu öfke değil, bir tecellî aslında,
Kalbimdeki aynaya vuran ilahî bir ışık.
Sen kızarken, en saf halinle çıktın karşıma,
Gölgeler dağıldı, hakikat düştü peykeye.
Nihal, senin gazabın bir aynadır bana,
Kendimdeki kusuru gördüm, sende temizlendim.
Her “kızgın” sözün, bir mızrap oldu gönlümde,
Âşık, maşuk, öfke, sevda… Hepsi bir oldu.
Bu çağda aşkı unuttular, Nihal,
Senin kızgınlığın bile özlemden yana.
Betonda büyüyen bir gül gibi,
Nefret değil, sadece sıcak bir yakarış bu.
Mistik bir yolda yürür gibi yürüdüm öfkeni,
Her adımda bir benlik öldü, bir “sen” doğdu.
Sen kızdıkça, varlığım metafizik bir iklim oldu,
Yokluğun varlığımdan daha gerçek.
Ey Nihal! Senin öfken, ilahî bir kamçı,
Bana vurdukça, ruhum uyandı küllerinden.
Bu kızgınlık değil, sadece aşkın coşkun hali,
Biz, birbirimize kıyarak kıyamı yaşadık.
Şimdi anlıyorum:
Sen kızdıkça, aslında daha çok seviyorsun,
Ben kırıldıkça, daha çok anlıyorum.
Bu öfke, modern zamanların duâsı oldu,
Bir şiirsel risale yazdık, ikimiz, kalbimizle.