0
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
19
Okunma
Yapayalnızlık, kapının eşiğinde çöreklenen
ebedi bir sükûtu andırıyordu.
Sen, Nihal, içeri adım atana dek.
Sen ki, adın bir fısıltı,
şehrin gri tonlarına düşen bir nihale benziyor,
su, bekliyor.
Şehrin bütün gürültüsü bir tıkanıklıktı,
bu yüzyılın kalp atışı dipdiri,
ama içi boş.
Sen geldin,
kulaklarımda bir elif duruşu,
gözlerinde “vav”ın bükülüşü.
Modern zamanların parçalanmış aynasından
bütünü görür gibi oldum bir an.
Yokluğun, bir algoritma gibiydi,
soğuk, kesin, döngüsel.
Sonra sen, bir veri seli değil,
bir nehir gibi aktın içeriye.
Her damlanda bir isim,
her isimde bir sır,
ve sır, kendini seninle söylüyor,
Nihal.
Senin aşkın, şehrin metro istasyonunda
duyulan bir ney sesi gibi.
Betondan yükselen, cama vuran,
ruhun navigasyonunu bozan.
Mistik bir bildirim,
metafizik bir mesaj: “Buradasın.”
Ve varlığın, haritada kayıp bir sokak gibi
bulunuyor ancak yürüyerek.
Artık bekleyiş bitti mi?
Yoksa bu sükût, seninle birlikte
yeni bir dil mi öğreniyor?
Duvarlar çekiliyor,
zaman kıvrılıyor,
ve ben, iki âlemin eşiğinde,
bir “Nihal” olmanın
ne demek olduğunu,
senin sessizliğinden okuyorum.