0
Yorum
6
Beğeni
5,0
Puan
143
Okunma
On Bir Nisan İki Bin Yirmi Beş, Cuma:
Takvim bir durak, saatler bir yemin gibi.
Bekledim o günü, soluğumun bittiği anı,
Zira Hatmi artık açar, dedim, açar nihayet.
Oysa Hatmi, sadece bir bahane imiş,
Bekleyen ruhumun taze umutlarıymış asıl.
Senin adınla yeşeren her filiz, Nihal’im,
Bir "belki" fısıltısıyla bekliyordu vuslatı.
Tam avuç içimde tomurcuklanırken o söz,
O ’çiçek açma’ vaadi, fani dünyanın ötesi...
O en narin, o en körpe, o en taze Nihal,
Sanki ilk defa değildi, yine sustu gölgesi.
Bir mucize sandım, zemheri bitti derken,
Göğün tüm merhameti yeşile dönerken...
Lakin yine o beyaz, o acımasız sessizlik!
Yine karlar yağdı ömrüme; sensiz ve sebepsiz.
Söyle şimdi, o beyaz örtü neyin haberi?
Gecikmiş bir veda mı, yoksa yeni bir erteleme mi?
Bu ruh, Hatmi’nin altında, karla buz tutmuş bir fidan.
Ne zaman gülecek bu toprak, ne zaman açacaksın Nihal?
NOT: Bu kadar keskin ve kişisel bir hayal kırıklığı ifadesini, ismin anlamıyla harmanlayarak,
sevgili Nihal’e ithaf edilmiş bir şiirle yanıtlıyorum.
Nihal: Arapça kökenli olup, taze fidan, ince, körpe anlamlarına gelir; burada Hatmi çiçeği ile tezat içinde,
sürekli bekleyen bir filizi temsil eder.
5.0
100% (3)