0
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
31
Okunma
Serpildi bir damla suya adın,
Nihal.
Dünya dediğin o sırlı aynada
Göklerden düşmüş bir nokta idin.
Sana baktım, benliğim çözüldü
Bir nehrin denize varmak için
Dağı taşı delişi gibi…
Bir “keşke” vardı dilimin ucunda,
Sen bir “ibrik” oldun, içime döküldün.
Her damlanda bir alem gizli,
Her alemde bir Nihal’in buğusu.
Tenimde bir ney sesi,
Özümde bir hicran gülü…
Ey su, sen akıyorsun, ben duruluyorum.
Mestane bir yolda buldum seni,
Dünyalık bir sır gibi.
Sana dokundum, metafizik bir nisan yağmuru oldu.
Tenim toprak, yağmursun.
Toprak susuz, yağmur hasret…
Bu çekiliş kader mi, yoksa
Kendi kendimi sınayışım mı?
Yanaklarında güller değil, ayetler açtı,
Gözlerinde cennet değil, bir hicret vardı.
Seni sevmek, bir murakabe hali…
Sana uzanan ellerim dua,
Sana değen nefesim niyaz.
Sen Nihal’sin, ben senin için bir “belâ”…
Ey susuzluk, ey ilâhî talep!
Sen bana bir testi verdin,
İçi boş, bekleyen.
Ben onu Nihal’in şebnemleriyle
Doldurmaya kalktım, taştı.
Dünyalık bir aşk bu,
Ama içinde ötelere ait bir yankı var:
“Mâşallah” diyor her zerrem,
“Lâ mevcûde illâ Nihal”…
Sırlı bir coğrafyada buluştuk,
Modern zamanların kalabalığında
Bir “sema” döndük biz.
Sen remizlerle örtülü bir kitap,
Ben harflerini çözmeye çalışan
Bir âşık…
Ve her sayfada aynı cümle:
“Vuslat, ayrılığın ta kendisidir.”
Yarasını sinesinde taşıyan bir güvercin gibi,
Senin adınla inliyor içim.
Belki bir gün bu yara, kanadıma dönüşür,
Ve senden öte bir menzile uçarım.
O vakit “keşke”ler “işte” olur,
Nihal, bir isim olmaktan çıkar,
Varlığın mayasına karışır.
Bugün ise, dünyalığın ağır güzelliğiyle
Bu şiir, hem senin hem hiçliğin çağlayanı…
Her mısra bir mırıltı:
“Nihal’im, seni sevmek,
Kendi iç denizime yolculuktu.
Sen çekildin, ben kaldım,
Ve şimdi her kıyıda senin adını mırıldanan
Bir dalga gibiyim.”