21
Yorum
73
Beğeni
0,0
Puan
1641
Okunma

Umudun altın başaklarını taşıyan terli atıyla süzülüyorum şafağa,
garipleşen akşamların yağmurlu saatinde,
kan kırmızısı karanfil kokusu...
Yollar, düş ortası rüyalara uzanır,
masal ikliminin acı bir yangınla açan sarı çiçekleri.
Zamanın sonsuz nehrinde, dipsiz yaralarla bakan ninnilerin gölge kuşu
ve yeşili yurdundan kovulmuş çocukların
sancı ertesi,
yankılanır bir gün, göğü taşırız biz.
Ay akşamlarında, sessizlikten örülmüş tesbih taneleri gibi sözcükler.
göçlenmiş çığlığın güneşsiz ıslığı,
çadırlar ve parlayan yıldızları
gurbet çölünün
yüzüme bir fotoğrafla kesilen...
Avuçlarımda, kırılgan zamanın yansıması, kalbimin minesi.
Ne zaman düşünsem,
yokluğun, ruhumda derinleşen bir uçurum
genişleyen perdede adın sürülür alnıma.
Ey ruhumun kuyusunda sessizliğe kapılmış ferman,
kıyı yaralanışında düş odaları,
saf bir tortunun içinde duvarı boşalmış
gölgeler,
ışıklar ve uçurum ağaçlar,
uykumu bekleyen karanlığın kundağında
kristal sel
ve dil ucu aynaların öteki yüzü,
gün olur ki bir yankıyla taşırız toprağı.
İçimin fırtınalarında yeşeren şiirlerin dalgalarıyla kabarır denizler,
eteklerinde kamaşan su duruluğu,
yolunu bekleyen kaç araf kaldı geride
Ah, o bekleyişin sonsuzluğu!
yosunlu dalgınlığın zakkum alfabesi.
Soluğumda şehirler var benim,
soluğumda bulut ezmesi dağlar,
içimin adasına el sallayan gemiler ve
tuzlu boşluklar.
Ey ruhumun dalgaları vuran sessizliği,
gün fenerli aydınlık,
çıplak bir tohum zaman.
Gözlerimin uykusuna kibrit çakan çocuk,
buğday taşıyan buğu atıyla düşüyorum.
Gel de dağılsın içimdeki bu hüzün
Öp beni!