7
Yorum
39
Beğeni
0,0
Puan
524
Okunma
Baksana, geldiğin yol ne kadar uzun.
Sarı bir iz kalmış güz öğlesine,
ansızın bir çocuk gülüşü gibi.
Ellerin ne kadar yalın
avuçlarında biriken ter,
yama bir andın nemi
Seni böyle görmedim hiç.
Yorgun gölgeler düşüyor ardından.
Baksana, yol…
ne kadar ağır yürümüş seni.
Bu kent, her zamanki telaşını yaşıyor.
Rüzgâr, demir parmaklıklardan sessizce sızıyor.
Serinliği bulutlar düşünsün,
biz çoktan yandık.
Martılar, kırık bir kanat gibi göğü delerken
merdivende bekliyor solgun bir ay.
Bu kent burada
gürültüsünü bırakmıyor hiçbir sokağa.
Kalsaydık biraz daha,
suskunluk birbirimize çarpardı belki.
Kalabalıkta
tek kişilik bir yalnızlıktık.
Sen şimdi maviyi teninden içiyorsun ya,
ben sana asma dalının gölgesinde
mor bir düşü, bir sazın zımpara tellerinde kırdım.
Sürgülü kapıların ardındaki
yutulmuş sessizliği anlatmak istiyorum.
Sen aydınlığı yıkıyorsun yüzüne,
ben sana nar ağacının altında
kundaklanmış geceden bir parça kehribar çaldım,
kırılan dal ucunda biriken o son damla hüznü getirdim.
Kurşun soluğu gibi içimden geçiyorsun.
Seni çağıran o sessiz isyan,
gözlerimin altını çizer hâlâ.
Sen girdaba gömülüyorsun ya,
bir Asphodel kalıyor
avuçlarımda
gizlice örülen
....