4
Yorum
14
Beğeni
5,0
Puan
3472
Okunma

Postacısını kaybetmiş bir çağdayız..
Kendi sesimizi bile unuttuğumuz günlerden vuruluyoruz..
Kentin en renkli semtinde işportaya düşüyor hercai..
Meydanda suç diye iki sinema iki sahne çığlık..
Streil bir günün sarkacında,Cumartesi şarkılarıyla
en azından bir kaç dakika durdurmak zamanı gözlerinde
-Senfonik bir terkediştir zaman-
Haftanın ilk günü zaman tembelce esnedikçe esniyor..
Biz bu kadar genciz diye mi yaşlı dünya..
Bunu bir düşün sen de olur mu..
Sesimi dünyaya ısmarlamışım gibiyim..
Yaka paça savuruyorum kendimi geceye..
Seni düşlerimden çıkarsam
kabuslar basar yastığımı biliyorum..
Kim demiş zaman sessiz ve ıssızca kayıp gider diye..
Zaman kapısını çarpıp gitti..Geçmiş tüm zamanları arzulayabilir miyim dersin..
Sorma,bende bilmiyorum ne anlama geldiğini..Bazen küçük sözcükler bir açılsaydı,
beni yutsalardı yeniden,o an,suçluysak da yüce bir gönüllük gösterip
dur,gitme diyebilirmiydik zamana..Dur gitme sözcüğünün öyküsünü
yazsak,zaman kendini bir taşın dibine susardı..
Başlık hazır..Zaman,geleceğe çelişki gibi duruyorsa
her canlı bir gün ’Dur Gitme’ yi bilecektir..
Daha özgürlüğe açık bir sistem düşünebilir misin?..
Bunu bir düşün sen de olur mu..
De ki şu kaldırıma uzanan kedi ıslak gecelerin yorgunu..
Ya şu içi içine sığmaz düşler neden titrek,,
İndirebilirsen güneşi ona elini uzat..
Bir çocuğun baladına kar yağacak yoksa..
Zaman israf bu mevsimde..
’Gördüm,denizin kıyısındaki yeşil meşeyi
altında oturdum ve bir bilge kedi
kendi masallarını anlattı bana
birini hatırlıyorum
bu masalı aktaracağım şimdi dünyaya’ Puşkin,içindeki
yolculuğa çıkmadan az evel böyle sesleniyordu hayata..
Görünen o ki sözün olduğu yerde bir yaşam kesintisiz sürerdi..
Öyleyse bir öyküye gerek yok..Zorunlu da değil..
Yaşam yeterli yalnız başına..Yaşam kendi başına yeterliyse,
öyküsü yıldızlara asılıdır değil mi sencede?..
Yazılıp temize çekilmiş bütün mektuplar,bir yol
ama uzunca bir yola çıkamadığı halde damgalanmasının
içimde teatral düşlerimin tatlı bir intiharı gibi.
Ne bekliyorsun yoksa,iyiyim böyle iyiyiz dememi mi?.
Sorsan hakkımda herkes iyi derler.Bunu çok düşündüm
biliyormusun.İyi bitmeyen filmler için kim mutlu sonlar
yazar öğrendim..Öğrendiğim günden itibaren
hiç konuşmadım.Çok gördüm,dokundum,aptal bir tesadüfle
çok yazdım başkaları izlesin diye yine de hiç konuşmadım..
Birileri beni bulup benimle konuşmasın diye çok gizlendim.
İçimde gizli bölmeler oluşturmam boşuna değil..
Boşlukalarımdan çıkıp koşmak istedim,hatta bağırmak yeryüzüne.
Bu savaş her geçen zaman birimizi birimizden koparıyor.
’Seni düşünürken kederleşmeyen tek bir harfi sevmeyişim bundan’..
Güldüşlüm seneryosunun bitmeyişi bundadır..
Nesneler dünyasından haberin var mı şu sıralar..
Döndükte tarafsız,rahat,sıfır sorumlulukla,vurdulu kırdılı,
itişli kakışlı kentsoyluların cangılına düştük yine..
.....Salonda coşku doruk noktasında..Altın varaklı kapının
üzerinden sarkan büyük ve köşeli saatin kadranı sfırı
gösteriyor ve evet konfetiler,renkli kağıtlar büyük gürültüyle
üzerimize yağıyordu..Akrep ve yelkovan birleşiyor..
Her şey duruyor..Pistin ortasında alkış tufanı dakikalarca sürüyor..
Az evel biri kulağıma fısıldamıştı,’Bir bardak çaya neler vermezdim şimdi’..
Onu onaylamak adına başımı hafifçe sallamıştım..
Dünyanın her hangi bir şehrinde oldukça sıradan olan,burada
neden böyle bir cangıla dönüşüyordu acaba..
’Sanat için bir sınırın var mı’ çağın en parlak sorusunu yöneltiyor
kendini boğarak konuşan kadın..İnanılmaz fakat sanırsın
çok felsefik bir soruymuşçasına vakur bir edeyla yanıtlıyor
bir çoğu..’Ne olursa’..Ne iş olursa yaparım abi sözünden bozma
bir kaç cümleyle geçiştiriliveriyordu işte..
Kendini en görünür kılmak için önlerde yar kapmaya çalışanlar,
güzelliği yırtmaçla sınırlayanlar,elit olmanın,içinde ne olduğunu
bilmediği bir kadehle sağa sola mutluluk kahkahaları atanlar,
akıllı telefonları elinde adamlar,v.s v.s..Doğrusu bana ’İlkel medeniyetin sureti’
oyununu anımsatıyordu olup bitenler..
Her şeye rağmen bir kaç arkadaş dışarı çıkıp biraz nefeslenelim istedik..
Deniz her yerimi sarmıştı.Tek sığınağımız topraktı ve onuda
bu koşullarda duyumsamak öyle olanaksızdı ki..,
Annemle sevgi dolu gezintilerimizi düşündüm bir an..
Yürürken başımı bacaklarına yasladığımı..Bazı akşamlar
birlikte Yeniköy’e giderdik..Deniz fenerinin hemen yakınında
bir banka oturur dehşet bir keyifle anlattığı öyküleri dinlerdim..
Ellerimi hiç bırakmazdı..Karşımızda bir kaç renkli deniz feneri
vardı ve Annem bana çiçeklerin ve dağların isimlerini anlatırdı..
Annemin anlattığı her şeyin bu hayatın bir yerlerinde olduğunu
düşünürdüm..Büyüdümde anladım suyu ateş yakıyordu..
Annemin karnında her gün nasıl olgunlaşmışsam devamında
bütün bir hayatın anlamında bir yandan yokeden bir yandan emziren
bir düşün kucağında olgunlaşmam devam ediyordu..
Dün bir kitap vermişti bana Gülse,kısa öyküler ve biyografi içeriyordu kitap..
Buraya gelirken yanımda getirdiğimden yolda bir kaç öykü okumuştum
kitaptan..Dört yol ağzından köşebaşına yürüyen kırmızı ayakkabılı
bir kadın vardı..She’ydi adı..She yolun karşısındaki bakkala hemen
her gün gitmesinin onda,tutkudan öte apayrı bir anlam taşıyordu..
Uzun ve dar bir sokağı vardı bakkala giden yolun..
Sağda solda çöp yığınları,otomobiller çift sıralı ve aynı yönde..
Sağlı sollu evlerin duvarları sarmaşıklar ve zambaklarla örtülü..
She her zamanki alımlı öğlen yürüyüşü yaptığı bir gün
anlık türettiği bir şarkının sözlerini dudaklarını hafif hafif oynatarak
söylüyordu..’Kalbimden başlamayın kalbimi eskitmeye/
Yüzüm neye benzer araf’ta çığlık olsam/Olduğum yerde miyim/
yo hayır/üzgün kent düşündeyim’..
She’yi düşünüyordum üzerimize yağan konfetilere aldırış etmeden..
Az ötemizde suyun iskeleye vuruşunu duyuyordum..
Dalgaların özgürce savruluşlarındaki tınıyı..Durgunluğum
anaforların durgunluğuydu..Ama bütün bu toplamın anlamı ne?..
Uğultular,alkışlar,tuhaf el hareketleri ne demekti..
Hava serindi..Üşüyenlere bol reklamlı şal dağıtıyordu garsonlar..
Belliki önceden kurnazca düşünülmüştü bu durum..
Puşkin gibi yapıp bu çetrefilli fotoğrafı aktarmalıydım dünyaya..
Mutlak sahtelik insan bilincini dumura uğratıyor..
Bilinci dumura uğrayan toplum sistemin her türlü yalanına doğru,
gerçek kabul ediyor..Eco şöyle diyor ’Reklamı yapılan sahicilik
tarihsel değil görsel sahiciliktir..Her şey hakiki gibi görünür,
öyleyse hakikidir(...) Pervasızlık o ölçüdedir ki,dünyanın dört
köşesinden toplanarak getirildiği belirtilen mezar taşlarının
üzerindeki yazılar ingilizcedir,ancak hiçbir ziyaretçi bunun
farkına varmaz’..
Bu cangıl ne miydi? Onca şatafat,görsellik,ilizyon..
Sistemin bilinci harekete geçirme,soru sorma,okuma,inceleme,
bana inan sözünün kayıtsız şartsız uyumuydu..
Yoksul rüyalar çoğaltıyor birileri
Birileri içkilerini yudumlar
otuz iki porselen dişleriyle sırıtkan
Ya kendi imgelerinle zehirlenirsin
Ya da gecekondu yağmurlarına tararsın saçlarını
21-28 Eylül 2013.
’.....’Önce-
Kadıköy vapurundayım
ilkyaz çiçeklerinin renkleri etrafa yayılmış
ayaklarımı demir korkuluklara uzatmışım
limanda birikmiş insanlar açlıklarını bastırıyor ayaküstü
palarmalar çözülüyor babalardan
tertemiz deniz,dönen pervanelerle karışıp hareketleniyor
aşağıdan yukarıya doğru kaynayan mavisu süpürüp temizliyor kendini
binlerce irili ufaklı denizanası seçiliyor
sanki denizanalarından bir denizin üzerinde yol alıyoruz
gözlerimiz kamaşıyor
vapur hızlanıyor,rüzgar yüzümdeki oynaşını artırıyor
atılan simit parçalarını havadayken kapmaya çalışan martılarla bir yarış başlıyor
kanatlarında havalanan su zerreleri yüzümüze küçük serinlikler serpiştiriyor
dikkatimizi topluyor hüzün taşıyan yük gemileri
kız kulesi pembe bir deniz çiçeği gibi
düşlerim kol kola dümen başında
yazılmamış şarkıların notasına dokunuyoruz
’.....’Sonra-
Yaz bir kapıyı kapattı ardımızdan usulca
gözlerimi yumsam çığlığından büyümüş çocuklar buluşur
saçlarım uzadıkça uzuyor gereksiz yağmurların kucağında
sen hala hangi iklime koşarsın böyle boncuk boncuk
böyle inceltilmiş kaşlı erguvan akşamlarına
Kentin en renkli semtinde işportaya düşüyor hercai
meydanda suç diye iki sinema iki sahne çığlık
ben susunca bütün şehirlere kar yağıyor
hiç bir şiire sığdıramıyorum kıpır kıpır harfleri
kimi zaman kısa aralıklarla dışarı atıyorum kendimi
yıldızlara ulaşmak,dokunmak ister oluyorum
birden gecenin matemi dürtüklüyor hevesle
ıslığımda eski bir şarkıya çeki düzen veriyorum zoraki
çocuk sevinçlerimi vurup ayaza
kanepedeki boşluğuma sarınıyorum
saat yirmi dört sonrası adına şiirler yazıp
mektuplar atıyorum kimsesiz posta kutularına
hayta bir bahar düşleyip arınıyorum
bu keşmekeşlikte bütün çiçeklerin isimlerini ezberledim
gör ki saatler hep gecedir
-Tut ki pırıl pırıl bir cumartesi şarkı söylesin sokakta çocuklar
filiz kıran fırtına da olsa etraf
rüzgarsız göğe inat
sebepsiz gülümse’
5.0
100% (13)