0
Yorum
1
Beğeni
5,0
Puan
70
Okunma
Bir fal açıldı ki, kara kış gibi,
Gözlerin Ankara’da, ıssız bir tipi.
Aşk, ince bir buz tutmuş gölün dibi,
Ne yapsan çözülmez, donmuş bu his.
Her köşede bekler ayrılığın izi,
Taş zeminde ayak sesin, yalnızlığın sesi.
Bir kadeh şarapta hüzün şöleni,
Gözyaşı bu şehirde, yağmurdan bol.
İnce bir sızıdır, ruhumdaki kar,
Her nefeste üşür, kalır bir yara.
Kış, ömrümün en soğuk mezar odası,
Güneş doğmaz artık, ziyan bu can.
Ankara’nın gri göğü, ağır ve alçak,
Sanki bir ah edip, üstüme çökecek.
Sokaklar sessiz, her yer loş ve ıslak,
Kaybolmuş bir eldiven gibi bu aşk.
Mezar taşlarında okunur adımız,
Eski bir hatıra, soluk bir anımız.
Son durağımızdır, toprak yuvamız,
Ne söylesen boş, ne yapsan nafile.
Hüzün, en vefalı dostum bu kentte,
Sırtımı dayadığım son merhamette.
Bir şarkı çalınır, uzak bir millette,
Nakaratında hep o eski ayrılık.
Her kar tanesi bir mektup, senden gelen,
Okunur lakin cevabı olmayan.
Bu soğuk rüzgâr, canımı üfleyen,
Sanki her zerremde bir ağıt saklı.
Kocatepe’de bir yorgunluk akşamı,
Atam’ın ruhu da üşür mü şimdi?
Bu beton şehirde, yitirdik mi bizi?
Bir mezar sessizliği, kalbimin sesi.
Fal bitti, kış ağır, mezar yerinde.
Aşk, Ankara’nın unutulmuş bir yerinde.
Ne kadar kaçsan da o acı derinde,
Yaşamak, yalnızca bir rüya, uyan.
5.0
100% (1)