4
Yorum
7
Beğeni
5,0
Puan
106
Okunma
Bir yolcuydu o, Zülkarneyn,
Kudret ve hikmetle donatılmış,
Güneşin doğduğu yerden battığı yere,
Toprak ona bir sahneydi, gök bir ayna.
Adımları mülkü, niyeti hakkaniyetti.
Gördü ki Güneş, bir kara balçıkta batar,
Orada bir kavim, kaderine terk edilmiş.
Dedi ki: "Zulmedeni cezalandırırız,
İman edip salih amel işleyene ise,
Kolaylık ve güzellikle muamele ederiz."
İşte böyleydi onun kanunu, ilahi bir denge.
Sonra yürüdü, Doğu’ya doğru yürüdü,
Güneş’in ilk ışıkları vurduğu diyara.
Öyle bir kavim ki, güneşe siper bilmez,
Yoksul, çıplak, tabiata mahkûm.
Ona ait ne varsa, Rabbin ilmi kuşatmıştı.
Her adımı bir imtihan, her molası bir dersti.
Ve nihayet, iki sarp dağ arasına ulaştı,
Dar bir geçit, dünyanın son demleri gibi.
Orada bir halk, dilleri anlaşılmaz,
Fakat dertleri açıktı, fısıltıları çaresizlik.
Gösterdiler iki seddin arasındaki boşluğu,
Korku ve feryatla inleyen toprakları.
"Ey Zülkarneyn!" diye seslendiler,
"Bu memlekette Ye’cûc ve Me’cûc var!
Birer fitne fırtınası, yeryüzünün fesadı,
Ekinleri kurutan, huzuru bozan kâbus.
Sana mal verelim, vergi ödeyelim,
Ne olur, bizimle onlar arasına bir sed yap!"
Durdu, düşündü, o iki boynuzlu ulu hakan.
Gözlerinde ne altının parıltısı ne gücün kibri.
Dedi ki: "Rabbimin bana verdiği imkân,
Sizin vereceğiniz bedelden çok daha hayırlı.
Benim hazinem, O’nun lütfu ve kudretidir.
Siz sadece beden gücüyle bana destek olun,
Sizinle onların arasına aşılmaz bir Radm kurayım."
Emretti: "Bana getirin, demir kütlelerini getirin!"
Dağın iki yanını, sedef misali doldurdu,
Demir yığınları gökyüzüne değecek gibi.
Sonra: "Üfleyin! Körükleyin ateşi!" dedi.
Vadide bir cehennem dansı başladı,
Ateşin kızıllığı, demirin iniltisi.
Demir kor kesilince, dağın kalbi alev,
Haykırdı: "Şimdi getirin, erimiş bakırı!"
Kızıl bir nehir gibi aktı erimiş maden,
Demirin üstüne, boşluğa, her yana.
Öyle bir set oldu ki, ne çekiç sökebilir,
Ne de bir kazma, ne de bir insan azmi.
Yüksek bir duvar, pürüzsüz, sağlam ve çetin.
Ye’cûc ve Me’cûc, ne aşabildi onu, ne delebildi,
Sessizliğe mahkûm oldu fitnenin nefesi.
Baktı yarattığı esere, göğe yükselen engele.
Ne övünç ne de gurur, sadece bir teslimiyet.
Dedi ki: "Bu, Rabbimden bir rahmettir.
Bir mühürdür, bir emanet, O’nun takdiri.
Fakat Rabbimin vaadi gelince,
O seddi yerle bir eder, kum gibi dağıtır.
Rabbimin vaadi haktır, şüphesiz gelir."
Ve o günden sonra, seddin ardında kaldılar,
Kıyametin büyük bir sırrı, karanlık bir bekleyiş.
Her gün kazarlar, didinirler çıkmak için,
Bir tünel, bir çatlak, bir ışık zerresi ararlar.
Tam sona yaklaştıklarında, bir ses duyulur:
"Yarın devam ederiz, inşallah demeyi unuturlar."
Oysa bir gün, diyecekler ki: "Yarın devam ederiz!"
Ve unuttukları o kelime, kalacaktır dillerinde.
Döndüklerinde, seddi bıraktıkları gibi bulacaklar,
Ve o gün, o son darbe vurulacak, sed yıkılacak.
İşte o zaman, Ye’cûc ve Me’cûc seller gibi,
Dağlardan dökülen bir tufan gibi yayılacak.
Her tepeden, her vadiden akın edecekler,
Suları içecekler, ekinleri yiyecekler,
Fesat ve bozgunculuk, yeryüzünü saracak.
İnsanlar kaçacak, kalelerine sığınacaklar,
Göğe ok atıp, "Yendik!" sanacaklar.
Ama bu da bir son değil, sadece bir alamet,
O büyük vaadin, Kıyamet perdesinin aralanışı.
Allah’ın emriyle, bir duman, bir hastalık,
Onları durduracak, leşleri dolduracak toprağı.
Sonra bir yağmur, her şeyi temizleyecek.
Zülkarneyn, bir kudretin sadece bir elçisiydi,
Sed, imanın ve hikmetin bir göstergesi.
Ve Ye’cûc ve Me’cûc, daima içimizde bekleyen,
Nefsin arzusu, dünyevi hırsın gölgesi,
Bir vaat ki gerçekleşecek, her şey yerle bir olacak.
Ey insanlık! Seddin yıkılışını beklemek yerine,
Kendi içindeki Zülkarneyn’i uyandır.
İman ve salih amel ile ör o demir duvarı,
Nefsin ve fesadın Ye’cûc ve Me’cûc’üne karşı.
Zira en büyük sed, kalpte kurulan hakkâniyet seddidir.
kaynak Kehf suresi
5.0
100% (5)