0
Yorum
2
Beğeni
0,0
Puan
29
Okunma

Sükûtun Meyvesi ve Nefesin Sırrı
I. Meryem: Mabedin Güvercini
Kudüs’ün soğuk taşlarına inen akşamda,
Zekeriya’nın duasıyla büyüyen bir sükûttur Meryem.
Dünya gürültüsüne kapalı,
Göklere açık bir pencere.
Ne bir söz, ne bir iddia,
Sadece adanmışlığın beyaz gölgesi.
Doğu tarafına çekildiğinde,
Yalnızlığıyla ördüğü o görünmez perdenin ardında,
Zaman durdu, rüzgâr sustu.
Ansızın bir ışık, beşer suretinde belirdi karşısında:
"Korkma," dedi Cebrail, "Ben Rabbinin elçisiyim."
Titredi Meryem, bir yaprak gibi değil,
Kökünden sarsılan bir çınar gibi titredi.
"Bana hiçbir insan dokunmamışken,
Nasıl olur da bir oğlum olur?"
Cevap, kâinatın yaradılış sırrıydı:
"Allah bir şeye ’Ol’ der ve o oluverir."
II. Çöl ve Hurma Dalı
Ağırlık çöktü omuzlarına,
Hem bir mucizenin nuru, hem de kınanmanın korkusu.
Şehirden uzaklaştı, insanların bakışlarından öteye,
Issız bir yere, kuru bir hurma ağacının dibine.
Doğum sancısı tuttuğunda o iffet abidesini,
İnsan olmanın acizliğiyle inledi:
"Keşke," dedi,
"Keşke bundan önce ölseydim de,
Unutulup gitseydim, adı sanı anılmayan biri olsaydım."
Tam o an,
Umutsuzluğun en koyu noktasında bir ses yükseldi aşağıdan:
"Üzülme! Rabbin alt tarafından bir su arkı yarattı.
Silkele üzerine doğru hurma dalını,
Taze, olgun hurmalar dökülsün kucağına.
Ye, iç ve gözün aydın olsun!"
Çölün ortasında pınar,
Kışın ortasında meyve,
Ve kucağında babasız bir can...
Meryem, susma orucuna niyetlendi;
Artık söz bitmiş, hakikat kucağına inmişti.
III. Beşikteki Kelam
Kucağında bebekle döndüğünde kavmine,
Fısıltılar çığlığa dönüştü, bakışlar oka.
"Ey Harun’un kız kardeşi!" dediler,
"Senin baban kötü bir adam değildi, annen de iffetsiz değildi!"
Meryem tek kelime etmedi.
Sadece işaret etti, kundağa sarılı hakikati.
Güldüler acı acı, öfkeyle köpürdüler:
"Beşikteki bir sabî ile biz nasıl konuşuruz?"
Ve o an,
Yer sustu, gök dinledi.
Bebek doğruldu, beşeriyetin sınırlarını aşan bir dille:
"Ben Allah’ın kuluyum!" dedi İsa.
"O bana kitap verdi ve beni peygamber yaptı.
Nerede olursam olayım, beni mübarek kıldı.
Yaşadığım sürece namazı ve zekâtı emretti.
Doğduğum gün, öleceğim gün ve diri olarak kaldırılacağım gün,
Selam olsun bana..."
İftiralar dona kaldı,
Taşlaşmış kalpler bir bebeğin nefesiyle çatladı.
IV. İsa: Ruhullah’ın Nefesi
Büyüdü İsa, göklerin sofrasından beslenerek.
Ne bir evi vardı başını sokacak,
Ne de yarına sakladığı bir azığı.
Yeryüzü mescidi, gökyüzü yorganıydı.
Çamurdan kuşlar yapardı elleriyle,
Allah’ın izniyle üflerdi,
Kuşlar kanatlanır, maviliğe karışırdı.
Bu, maddenin manaya teslimiyetiydi.
Köre dokunurdu, karanlık aydınlanırdı.
Alacalıya dokunurdu, deri saflaşırdı.
Ölüme yürürdü, "Allah’ın izniyle kalk" derdi,
Mezarlar sessizliğini bozardı. O,
Kelimetullah’tı; Allah’ın kelimesi,
Yürüyen merhamet, konuşan şifa.
Havarilerine sevgiyle bakardı,
"Allah’ın yardımcıları kimlerdir?" dediğinde,
Yüreklerindeki imanla "Biziz" derlerdi.
V. Göğe Yükseliş
Zamanın kıskacında tuzaklar kuruldu,
Gümüş paralara satılmak istendi nur.
Ama Allah, tuzak kuranların en hayırlısıydı.
Onlar öldürdüklerini sandılar, astıklarını sandılar,
Oysa göklerin kapısı çoktan açılmıştı.
Meryem’in oğlu,
Mabedin gülü,
Çölün mucizesi...
Ref edildiği o yüksek makamdan şimdi,
Asırların ötesine gülümsüyor.
Bir yanda sabrın kalesi Meryem,
Diğer yanda nefesin sahibi İsa.
İkisi de birer ayet, ikisi de birer nişan,
Âlemlere rahmet, inananlara bürhan.