1
Yorum
8
Beğeni
5,0
Puan
101
Okunma
Kenan ilinde bir gece vakti,
Yıldızlar indi gökyüzünden yeryüzüne.
Küçük bir yürekte büyük bir alem,
On bir yıldız, bir güneş ve bir ay...
Secde ettiler o masum yüzlü güzele.
Yakup’un (a.s) içine düşen o ilk kor,
"Sakın," dedi babası, "Sakın anlatma kardeşlerine,
" Haset, şeytanın en eski nefesidir çünkü,
Ve rüyalar bazen, kaderin sessiz çığlığıdır.
Kıskançlık kan oldu, dolaştı damarlarda,
"Yusuf," dediler, "Babasının gözbebeği.
" Bir oyun kurdular kır gezisi adında,
Merhameti olmayan eller,
İttiler Yusuf’u karanlığın bağrına.
Kuyu...
Derin, soğuk ve ıssız kuyu.
Su değil, hüzün dolu dibinde.
Yusuf kuyuda, gökte melekler teyakkuzda,
"Korkma," dedi bir ses, "Allah seninle.
" Karanlığın en koyu anı, aydınlığın tohumudur aslında.
Bir gömlek getirdiler akşamın alacasında,
Üzerinde yalandan bir kan lekesi.
"Kurt kaptı," dediler,
"Biz yarışırken.
" Oysa kurtlar masumdu, insanlar vahşi.
Yakup (a.s) aldı gömleği, kokladı evladının kokusunu,
Kan kokusu değil, hasret kokusu vardı.
"Sabır," dedi, "Sabr-ı Cemil (Güzel Sabır).
" Ağlamaktan beyazlandı o gören gözler,
Hüzün kulübesinde, taş duvarlar inledi: "Yusuf! Yusuf!"
Paha biçilemez bir cevher, birkaç dirheme satıldı.
Aziz’in sarayında büyüyen bir fidan,
Güzelliğiyle kamaştırdı Mısır’ın güneşini.
Züleyha...
Nefsine yenik düşen bir kalp yangını.
Kapılar kilitlendi, perdeler çekildi,
"Heyte lek" (Gelsene bana) dedi günahın sesi.
"Maazallah" (Allah’a sığınırım) dedi Yusuf’un iradesi.
Kaçtı kapıya doğru, iffetin rüzgarıyla,
Gömlek arkadan yırtıldı; suçsuzluğun delili gibi.
Kadınlar ellerini kesti, onu görünce şaşkınlıktan,
Bu beşer değil, dediler, bu ancak asil bir melek!
Yusuf’a saraydan daha sevimli gelen o taş duvarlar.
İftira zincir vurdu belki bileklerine,
Ama kalbi hürdü,
Rabbiyle baş başa.
Yıllar geçti zindanın rutubetli köşelerinde,
Unutuldu insanlar tarafından, ama unutulmadı Hakk katında.
Zindan ona medrese oldu, o zindana Yusuf.
Rüyaları tabir etti, hakikati dokudu sabırla.
"Beni efendinin yanında an," dediği an,
Kader biraz daha uzattı vuslatın vaktini.
Yedi cılız inek, yedi semiz ineği yedi,
Kral uykusunda dehşetle titredi.
Kimse çözemedi bu kör düğümü,
Hatırlandı o an zindandaki "Sıddık".
Yusuf konuştu ilmin nuruyla:
Bolluk gelecek, sonra kıtlık saracak her yeri.
Tedbir gerek, ambarlar dolmalı başakla.
Ve açıldı demir kapılar, kırıldı zincirler,
Kuyunun dibinden, Mısır’ın hazinesinin başına...
Kaderin tecellisi, sabrın zaferi.
Kıtlık vurdu Kenan ilini de,
Muhtaç düştü zalim kardeşler o masum kardeşe.
Tanımadılar onu, sultanlar tahtındayken,
Ama Yusuf tanıdı, yüreği titredi inceden.
Bünyamin’i istedi, kokusunu almak için ana yurdunun.
Bir tas saklandı yüklerin arasına,
Kader ağlarını örüyordu ilmek ilmek.
Ve nihayet o büyük gün...
Maskeler düştü, gözyaşları sel oldu.
"Ben Yusuf’um!" dedi,
"Bu da kardeşim." Utançtan yerin dibine girdi o eski zalimler.
"Bugün size kınama yok," dedi Yusuf, affın en yücesiyle.
Allah affedicidir, merhametlilerin en merhametlisidir.
Çıkarıp verdi gömleğini, o mübarek emaneti,
"Götürün bunu babama, sürsün yüzüne.
" Daha kervan Mısır’dan çıkmadan,
Kenan’da Yakup (a.s) kokuyu aldı rüzgardan.
"Yusuf’un kokusunu alıyorum," dedi,
"Eğer bana bunak demezseniz."
Gömlek değdi gözlere, perde kalktı aradan,
Karanlık kuyu, aydınlık saraya vardı.
Yakup, Yusuf’una kavuştu, hasret bitti.
Güneş, ay ve on bir yıldız...
Hepsi eğildi Yusuf’un önünde saygıyla.
Rüya gerçek oldu, kader hükmünü verdi.
Kıssa bitti ama dersi kaldı kıyamete dek:
Kuyuya düşsen de ümidini kesme,
İftiraya uğrasan da iffetini bozma,
Zindana girsen de Rabbini unutma.
Çünkü Allah; Sabredenlerle beraberdir,
Ve O, güzel iş yapanların ecrini asla zayi etmez.
5.0
100% (3)