11
Yorum
48
Beğeni
0,0
Puan
534
Okunma
Pek uzakta değil,
gözlerimin kıyısında bir su yolu.
Hemencecik yanımda,
yanağımda nehrin gürültüsüne karışan kuş telaşı.
Uyuyan sabahın sessizliğinde
aralıyorum dudağımın tuzlu masalını.
Yüzüm, düşen ağaçların gövdesinde
açık bir pencere.
Gece, kendini benimle büyütüyor,
azaltarak kızarmış avuçlarını.
Dursa sesime,
uzaktan koluma girer aynalar;
ucunda ben,
ucunda bahçe dolusu çeşminaz.
Sancı, akşamların düş basamağında uyanır.
Hareli sözlerin güneş yelesiyle,
ince sızının tohum sandıklarında
dalgın bir nâr çocuğu…
Bir uçurtmayla sayıklarım rüzgârı,
karanlığın yeşil örgülü duvarına.
Pek uzakta değil
yurdunda ayın ninni ıslığı.
Hemen yanı başımda
dorukları kuşlardan önce seven dağlar…
Çadırdan ateşlerle yanar duman grisi vakit.
Yanık fısıltılar, hiçlik makamında.
Zaman örter uzağı
kanla, tuzla, ateşle.
Ve zaman, çoğaltarak yağar ırmağını.
Uçurumun ipini çeken orman atlarıyla
mırıldanıyorum iç içe geçmişliğimizi.
Kumlara nal sesi döküyorum;
bağrımda, bulutların gece saltanatı.
Işığı, ince rüyaların nöbetinde bir sis
bir yarayla geceyi tutan yıldızlar
çarpar ruhuma.
Yollara düşerim
ve hâlâ
çölün sessizliğine eyerlenmiş bir ışık gibi
içime çöker akşam
....