7
Yorum
37
Beğeni
0,0
Puan
556
Okunma
Bir menekşe gölgesidir o;
içimde bir dağın uyuşan soluğu tüter.
çiy lekeli bir çocuğun
sesi
ağır ağır dolanır yamaçlarda.
Her seyyah sabaha kılçıklı bir sızıyla tutunur orada;
bense bahçenin eşiğinde, toprağa durmuş
zeybek rüzgârının eğik nefesiyim.
Tuğramda hâlâ çırpınır külpembe bir sızı.
Vakit, ömrün buğusudur;
loş bir izde isli bir çeper titrer.
Kırılgan bir mühre bu;
kalemin uykusunda,
çekingen bir harf gezinir ucunda.
Kıvrımlı sular, yeşilin perdesiyle süzülür içimden.
Taşmam; bir dinginlik gibi gömülürüm dilimin ıssızlığına.
Gözbebeğinin kıyısında
ırmak aynasına dokunan hamak serinliğinde
sükunetle sana varırım.
Gece, küllenen bir ocak gibi göğsünü aralar;
içinden beyaz bir hilâl sızar.
Bulutların yırtık perdesi ürperir;
Ay, bir sırrı fısıldarken
Tunç bir karanlık sızar göğe.
Rüzgar, gümüşten bir sürme çeker solgun hâle.
Ey gönlüm,
kederin uğultusuyla çarpıldığında anladım
aşk, omzundaki sıcaklıktan kalan bir mecâl kırıntısıdır;
ateşten sökülmüş ince bir tel,
kızıl bir sarmaşığın derine çöken damarlarıdır.
Atlar suskun, odalar da.
duvarlarda hâlâ zamanın devrilen halkası döner.
Bir bakışta, o narin divân silueti taşa kesilir;
bir dokunuşta kırılır yüzyılların sabır mühürü.
Kalbim bütün giysilerini ateşe bıraktı;
korların öptüğü külden
yanık bir gül kokusu yükseldi sana.
Alaca soluğumda salınan bir karanfil gölgesi.
Anla şimdi:
elini ver, içeri gel;
ruhumun kıvrılan koridorunda
sesimin mavi kıyısı usulca seni çağırır.
Seninle sustuğum her sessiz adım,
gecenin avucunda dönen bir zikir olur;
gölgeli bir avluda
ayak izlerimiz
sükût taşlarına düşen
titrek ışık gibi
birbirine yaslanır
....