3
Yorum
10
Beğeni
0,0
Puan
170
Okunma
Lâl bir sütun: kızıl, derin;
memleketin topuğu
tenhada susar ayakta.
Ağır bir sis, nefesiyle soğuk;
kurşuni bir perde gibi iner göğe.
Gamzesi sevgilinin
tülden bir nağme gibi titrer.
Çark döner,
suskun neyde asılı bir sızı.
Yangın
aşkın alnına düşen bir ter damlası
ense kökünden kavrar.
Bir zerreyim
yokluğun tam kalbinde.
Kül olmuş kelimeler
alnımdan havalanır,
kavrulan toprağa düşer
küçük bir cam kırığı.
Rüzgârın saçlarına düşen cemre;
zeytin dallarında serçenin
kekliğe bürünen çığlığı.
Yeşil dağları yedi tufan;
düşlerim doruklarda gri.
Nakışlı testi
avuç çizgilerimden
su sızdırırken,
şahın divanında
kıyam beklerdi.
Sofrada Sara,
gölge oldu;
ay, kanıyla inerdi.
Nehir yatağını yaran
bir kılıç gölgesi kadar derin,
ırmak kadar suskun.
Yaprakları döktün, Ölüm
hangi sılanın ağaçlarını örttün,
ey göç?
Atların nalı yaldız;
çiğ tarlalarında başlar
yalnızlıkla yazılan vedalar.
Ve hâlâ dimdik durur sütun,
sertleşmiş yüzeyinde zamanın izi.
Eğilse de
yıkılmaz
hatıra
....