9
Yorum
41
Beğeni
5,0
Puan
536
Okunma
Sonra bir gün,
uyutup odaları,
eğilip baktım aynaya;
avuçlarıma battı Nisan.
Uçurum, tekinsiz karanlığın
çöl çocuklarıyla kabardı.
Dilimin ucundaki yakınlığın
iklim sancılı tekrarı,
aynı acıya yürürken her bahar
kırlangıç gözlü şehrin yalnızlığına savurdu
ışığa susamış pencereleri.
Düşler sıyrıldı yapışkan duvarlardan;
içime sızan ağıtlar yanarken
bocaladı aşk döken harfler.
Bir kalabalık geçidi ki,
süzülüyorlar
hiç bana değmeden.
Silinirken suretler,
ağaçlar da sessizce yıkılıyor.
Mor sancıların avuçlarında
terliyor intihar eden her şey.
Elveda diyorum şehrin yetim kıyılarına;
kır(ıl)mış an’ların sesi beynimde çınlıyor.
Anneler hiç ağlamıyor…
rüzgârda ezilen susmalar.
Durgun saatlerde,
yangınlara dokunmayan omuz taşıyorum.
Bakışlarım boşlukta asılı.
Tarih, sökük bir geceden fırlatıyor tüm kapıları
Ayazlar çatlıyor,
damarlarımda yoksunluğun dikişi…
Hangi çağrı duyar selamımı?
Toprağın üstünde cılız bir aydınlık
silip götürürken düşlerden imgeleri,
yüzümde küllenmiş bir güneşi tanı artık.
Kaburgamda
büyüyen cam kuklalar gibi sızılar…
Zamanın kuyruğunda sallanıp durmaktayım.
Bir tramvay çanıyla sarsılır mı
ayaklarımın altında İstanbul’un karanlığı.
Kendime ne diyeyim şimdi,
ne ile yüzleşeyim?
Kalemime uzandığım an
harfler sırt çeviriyor,
gölgeme sığınıyorlar.
Bir cenaze geçiyor,
sırtımda yılların iniltisi.
5.0
100% (16)