1
Yorum
7
Beğeni
0,0
Puan
126
Okunma
Harput’tayım.
Kıçı kırık Ali’nin mekânında oturmuş çay içiyorum.
Serin serin esiyor rüzgâr.
Çingene kızı restoranın sahibi Şadiye, büyük çınarın altında cıngırak çıkarıyor.
Sofi Kenan hamamdan çıkmış, usul usul yürüyor yalnızlığa doğru.
Düzgün Emmi geliyor gözlerimin önüne; sebepsiz yere havlarken boğar...
“Bir günlük ömre iki günlük ekmek lazım,” derdi rahmetli.
Nur içinde yatsın, bir değeriydi Harput’un.
Çektiği ızdırapları hatırladıkça ruhum daraldı.
“Ah lımıne...” diye bir türkü mırıldandım.
Arkadaşlarım ne olduğunu sordu.
“Acıyı yüklemiş gidiyor,” dedim.
“Kim?”
“Agah Efendi’nin büyük oğlu Süleyman,” dediğimi fark ettim.
Oysa Agop’un büyük oğlu Serkisyan içindi kurduğum düş...
Daldığımı gören Ali, “Çayı soğuttun be ahbap,” diyerek takılmaya başladı.
“Dur be oğlum, rengârenk kumaşlar ve bakır kapların arasında
uçurtmasını koşuşturan çocukla meşgulüm, uğraşamam seninle!” diyerek savuşturdum gitti.
Ufaklık koşarken tökezliyor, uçurtması yere düşüyor.
Ama gülüyor, kalkıyor, tozunu silkip tekrar koşuyor.
İşte bu, diyorum içimden… Harput’un ruhu bu: Düşer, kalkar, gülümser, devam eder.
Rengârenk bir uçurtma gibi, Harput’a olan özlem ve hayallerini gökyüzüne salarak hem de!
Çay sıcak, Harput serin olunca çok şey yazmak istiyor insan.
Ama ben kesmek zorundayım:
Bir çocuğun gülüşü, bir annenin umudu, bir babanın alın teri, bir gencin hayali içindir benim kalemim.
Temiz bir toplum, anlayışlı yürekler ve içindeki acıyı dışa yansıtamayanlar için kullanırım onu.
Karanlıktan kurtulsun diye soyadı “Taze” olan Deniz!
Bilir misin, boş adamlarla içi dolu hayaller kurulmaz dostum.
Menekşe sümbül koksun istiyorsan hanen, bir gül, iki çiçek ekeceksin.
Bir de kendi türkülerini dinleyeceksin ki olsun!
Saygı ve sevgilerimle.