0
Yorum
1
Beğeni
0,0
Puan
203
Okunma
Aracını kaldırım kenarına park ettikten sonra
Sahile doğru yürüdü adam
Denizden gelen dalgaların hırçınca gelip
Çarptığı büyük bir kayanın üzerine oturdu
Sonra elindeki siyah poşetten çıkarttığı
Son bira şişesinin de kapağını açıp bir yudum aldı
Üstüne bir de sigara yakıp derin bir nefes çekti içine
Sonra gözlerini rengârenk ışıklarıyla
Denizin ortasında ışıldayan Kız Kulesine dikti
İstanbul’un görselinde her zaman yer alan kuleye
Birileri görmek ya da sevgilileri ile
Deniz kenarında zaman geçirmek için gelse de
O, içini dökmek ve dertleşmek için gelirdi
Derin bir iç çektikten sonra
Güzel prenses!
Seni güllerin arasına saklanmış bir yılan sokmuş
Yine beni bugün
Üzerine insan kisvesi giymiş yılanlar soktu
Bir kere değil
Her fırsatta sokmaya da devam ediyorlar
Galiba buna alıştım
Onun için de hayattayım
Hayatta derken belki de silueti
Tarihi dokuları ve doğası öldürülen
İstanbul gibiyim
Biliyor musun?
İstanbul artık feryat ve figan bile etmiyor
Çünkü ruhu da öldürüldü
Ve benim gibi de yaşayan bir ölü oldu
Ya sen Kız Kulesi!
Sen de kavuşamadın sevdiğin Galata’ya
Aranıza boğaz girmiş
Benim ise arama Karadeniz
Ya ben ne yapayım?
Hem hırçındır Karadeniz yol vermez
Zindanda, Sabahattin Ali bile dayanamamış
Dalgalarının sesine
Ya ben nasıl dayanayım?
Dışarıda deli dalgalar
Gelir duvarları yalar
Beni bu sesler oyalar
Aldırma gönül aldırma, demiş üstat
Ve içini döküp rahatlamış
Ya ben ne yapayım?
Benim zindanım Sinop’ta değil içimde
Her şeyi de içime attım
Çünkü çaresizlikten içime söyler
Derdime de dert katarım.
İşte böyle Kız Kulesi!
Bilirim sen de boğazın dalgalarına dayanırsın
Ama ben nefessiz kalmışken
Nasıl dayanırım beni boğan derinliklere?
Biliyor musun?
Bazen gaipten sesler duyarım
Yoksa bu ses
İçinde soluksuz kalan prensesin sesi mi?
Yok değil
Çünkü ben her cinayet gördüğümde bu sesi duyarım
Yine bir ses katıldı, derim
Ölü ruhların sesine
O kadar çok ses var ki İstanbul’un semalarında
Belki de şehri bu hale onların ahı getirdi
Bu da onların şerefine gelsin, dedikten sonra
Elindeki bira şişesini kafasına
Gözlerini de Tarihi Yarımadaya dikti
Bir süre Topkapı Sarayı, Ayasofya
Ve Sultan Ahmet Camiinin gece karanlığında
Varla yok arası gözüken siluetlerinde gezindi gözleri
Bu siluetlere rant için eklenen
Gökdelenleri görünce yüzü buruştu, gerilmişti
Karanlıkta belli olmayan gözlerinde kızgınlık vardı
Ve burnundan soluyordu
Çünkü aklına
Bir zamanlar dünyanın yönetildiği
Padişahların, Sultanların yaşadığı
Dünyanın merkezi olan
Ve ihtişamlı törenlerin yapıldığı
Bu tarihi mekânların etrafında bulunan
Cadde ve sokaklarda
Bu saatlerde her türlü rezilliklerin yaşandığı geldi
Acı bir iç çektikten sonra
Ah be güzel İstanbul!
Peygamberimiz Hz. Muhammed’in
İstanbul mutlaka fethedilecektir
Onu fetheden komutan ne güzel komutan
O ordu ne güzel ordudur
Sözleri ile fethi müjdelenen
Ve 1453 yılında
Ya İstanbul beni alacak ya ben İstanbul’u diyen
Fatih Sultan Mehmet Han tarafından
Fethedildikten sonra
Osmanlı İmparatorluğuna başkent yapılan
Ve Fatih’in, ormanlarımdan bir dal kesenin
Başını keserim, hatta
İstanbul’da edindiğim yerleri, ecnebilere satanlar
Allah’ın gazabına uğrasınlar, diyerek
Üzerine titrediği
Bir ağacına, bir karış toprağına kıyamadığı
Kıyanlara da lanet ettiği
Taşı toprağı altın denen İstanbul!
Güzel ve kutlu olduğun kadar
Şimdilerde de her türlü kötülüğü
İçine doldurmuşlar
Tüm bu kötülüklere rağmen
En çok sevilen
Ve vazgeçilmez olan da yine sensin
Kim bilir, hala keşfedilmemiş
Ne efsunlu sırların vardır içinde
Bir de o sırların sahipleri
Belki de onlar çekiyordur insanları
Çoğuna yaşam hakkı tanımasan da
Bugün değişse de siluetin
Bir bir yok olsa da tarihi yapıların
Ve eşsiz güzelliklerin
Hala karış karış satın almak için
Geliyorlar peş peşe
Sanki sessiz bir işgal var eskinin aksine
Artık ne eski halin kaldı ne de taşın toprağın
Beton yığını oldu her yerin
Tarihi mekânların, cadde ve sokakların
İnsanlar bile değişti
Eski İstanbul beyefendileri
Hanımefendileri yok artık
Arka sokaklarına da girilmez
Çünkü her türlü kötülük, pislik orada
İnsanlık da ölmüş ruhlar huzur bulmaz
Ah be güzel İstanbul!
Geçmişten bugüne sanki ölü ruhlar şehri oldun
Yok, aslında ruhu da öldürülen şehirsin sen
Çünkü tarihi değerini, kutsallığını bilmeyen
Tamahkâr, gözü doymaz insanlar öldürdü seni
Ben de elimde bir kazma bir kürek
Mezar kazıcısı gibi gömmek istiyorum hepsini
Gece gündüz bu yolda ömrümü de tükettim
Ama hepsini gömmeye yetmedi gücüm
Bak şimdi ben de tükendim
Boşa koysam dolmuyor
Doluya koysam almıyor
Hepsinin gelmişini geçmişini, dedikten sonra
Elindeki bira şişesini
Bu sefer bitirene kadar başına dikti…