Ödünç alınan son kuruşla ödenen ilk kuruş arasında tabii muazzam bir fark vardır. goethe
Doğan Güneş
Doğan Güneş

İsmini Fısıldıyorum Rüzgara/Bütün Ağaçlar Kulak Kabartıyor/Öylece Pike Yapıyor Ardından Düşlerim

Yorum

İsmini Fısıldıyorum Rüzgara/Bütün Ağaçlar Kulak Kabartıyor/Öylece Pike Yapıyor Ardından Düşlerim

( 26 kişi )

6

Yorum

31

Beğeni

5,0

Puan

3691

Okunma

İsmini Fısıldıyorum Rüzgara/Bütün Ağaçlar Kulak Kabartıyor/Öylece Pike Yapıyor Ardından Düşlerim

İsmini Fısıldıyorum Rüzgara/Bütün Ağaçlar Kulak Kabartıyor/Öylece Pike Yapıyor Ardından Düşlerim

Postacısını kaybetmiş zamandayız..

Gecenin altını kazısalar dehşet bir öyküde deniz kabarır.
Düşüme döktüm,özüme kattım,kalbime tuttum ve Güldüşlüm dedim..
Su’ya dair içiçiçekli sevinç gibidir Cumartesi..

Anlata anlata dinlediğim
düşleye düşleye izlediğim
şiir şiir, mektup mektup
şemsiyesiz yağmurum benim
birlikte bir rüya görürüz koyun koyuna
az sonra tüm kapıların zillerini çalan çocuklar gülümser, hınzırca
eşikte hayta bir Cumartesi
ay suretinde başın göğsümde bu gece
gölgen sarksın istiyorum omzumdan dizlerime..

.....

Sana gelişigüzel yazmayı deniyorum,olmuyor..İçimdekileri öylece
bırakmak istiyorum kağıtlara..Her yanımız kaybolan anı defteri..
Şükrü Erbaş’ın ’Unutma Defteri’ndeki kayboluş sarıyor bedenimi..
Söyleşi,politik tutum,güncel sorunlar,örgütlenmeler,dergicililk,
şiiri besleyen öteki yanlarımız..Bütün bunları bir filmin kalıbına döksem
kaç ölmüş çocuğu kurtarabilirim ki?..
Sana gelişigüzel yazmak istiyorum..İçimde çoğalan sıradan cümlelerimle..
Gelişigüzel yazacaklarım,ben ve ıssız bir perona giderdi en çok..
Saat gecenin çiçek kokan vakti..Herkes az evel çekip gitti..
Yalnızım,masamda portakal kabukları,bir kaç mum ve bir afiş..
Dalı rüzgar kökü rüzgar bir gece de bu esriklik çok fena..
Bir yağmur ıslansam geçer bütün bunlar biliyorum..Göğün döşünde
sayamayacağım kadar çok yıldız var..
Çıkmaz bir sokağa gitsem şimdi,ya da arka odalara,oralarda gelişigüzel
konuşsam duyulur mu dersin sesim..
Tam konuşacak gibi oluyorum,beynimin içinde bir ananın ağıdı yükseliyor,
sen hiç hüzün ağıtlarına yakın durdun mu..
Oysa bir yanımız nasıl da şilte yumuşaklığında..
Bugün sevgili bir dostumdan mektup aldım,diyor ki ’Yedekte duran bir
tebessüm saklıyorum’..Ona cevap yazdım,yedekte duran gelişigüzel
sözler söylenebilinir mi birgün..Henüz cevap gelmedi..
Ve o gün bugündür gelişigüzel yazamadım sana..
Son mektuptan sonra hemen her gün bir başka mevsimin
bir başka gecesinde feryat figan imgeler düştü beyaz kağıda..
Son bir hışımla yeniden gelişigüzel konuşmaya yeltendim..
Bunu yaparken ilk defa bilinçaltıma ihanet etmek geçti içimden..
Bu istemimin teşebbüsten öteye gidememesi öylesine hazindiki..
Nabız atışlarım koşturan bir atın hızındaydı.Ritimli ritimsiz bir çizelgede..
Gelişigüzel dolaşmak,uyanmak..Gelişigüzel sevmek..Gelişigüzel yolculuklar..
Gelişigüzel Devrimler..Gelişigüzel herşey ne kadar insansı,ne kadar içten..
Bu gece direnerek gelişigüzel yazıp,konuşabilmeliydik seninle..
Filmleri çekmeceye bırakmıştım,şiir de yoktu o gece..
Üstelik az evel bir yıldız kaymıştı kalbimden..
Ay bir cam kırığıydı gökte..Ölmeye gecikmiş bir canlı dürtüsüne betiktim..
Evimdeki tüm boşluklara oturdum..Ne gelen var,ne soran..
Hafifçe kalktım ayağa,gelişigüzel düşünebilmiştim,bir kaç parça eşya alıp yanıma şehri terkettim..
Kış geçene kadar burda kalmalıydım..Yarım kalmış bir öyküde küçük kızın hüznündeydim..
Oysa sadece seninle gelişigüzel konuşmak istiyordum..
İçimdeki sıradan sözcüklerimle, öyle yalın,öyle alçak tonda,öyle sevgiyle,mevsimin diliyle..
Küçük kız anlamış olmalı,ellerimden tutuyor,okşayarak onları yüzüne sürüyor..
Elleri tedirgin,ruhu tedirgin,gözleri tedirgin..Gözleri,bütün hikayelerin
hüzünlerini teskin edebilecek denli umutlu bakıyor..
Ya onun ellerini nasıl,ne kadar teskin edebilirdim ki..
Olmam gereken yerdeydim..Kış her kentte aynı yürümüyordur belki insanın üzerine..
Çiylenen sevinç ol şimdi sen,sabahın bitmemiş evinde buluşur nasılsa ellerimiz..
.....

Şehrin her yanına açılmış gizli hendeklere düşmüşsün de onca kalabalığa rağmen
kimsenin sesini duyduğu yok sanki..Sanki biraz betimsizleşiyoruz..
Akıntıya kürek çekmeden karşı koyma,bedenini küçük bir adacığa sürüklemese de
mutlu bir serabın kollarına bırakabiliyor..
Kelimelerle bir alıp veremediğin olmuyor fakat bazen sana hasmınmış gibi bakıyorlar..
Öyle uzak,öyle cansız..Kelimelerin koynunda betimsizleşiyoruz..
Seni uçuran da yakıp yıkan da yine aynı kelimelerin oluyor..
Şizofrenik bir dürtüyle gelip en ayrıcalıklı cümlelerini bırakıyor avuçlarına..
imgelerle bir tür içhesaplaşmaların başlıyor..Bu savaşı kazanmak,
yığılıp kaldığın o kelimelerin altından çıkmak demek oluyor kimi zaman..
Kelimelerle başa çıkamadın mı,köşebaşı dilencisi gibi
’gönlünden ne koparsa’yerine bir kaldırıma susmak geçiyor içinden..
Bir harfe,bir filme,kimsesiz bir banka,çocukların anlamsız hareketlerine de olur..
Bazen,bazen hiçbir şeyin altından kalkamadıklarımız oluyor..Çok oluyor.
Hiyerarşilerin ve otoritelerin puslu havasında görünmeden,öteki yanına
hiçbir direnç göstermezsin..Direncin hükmü yoktur bazen..
Yalnızca göğe bakıp,’mektup yazdım kuşlara çocuk aklımla’ olur ilk sözcüklerin..
Hani ay tutulmasa da,ay dökülür belki başındanaşğıya..

.....

’Sistem dışı sevinçle sisteme direniyorum’ diyor ya hani Gündoğdu,işte öyle bir sevinçle söylüyorum ki
yağmurlu bir mevsimde yetişeceğim sana..
içinde mavi yangına susamışlar bilecek,görecek bir çocuğun durup dururken otuz iki diş gülmesini..
Pusuda bekleşenler bile şaşacak buna..
Sabah olacak..Ve her sabah,gururlu bir Cumartesi tadında doğacak..
Kirli sakalımızdan seneryolar üretenlere inat kimliksizliğimizle övüneceğiz durmadan..
yeryüzünde aşkı küçümseyenlere inat ona militan bağlılığın
sıra neferleri gibi pankart pankart afiş afiş sarınacağız..
Hiçbir ülkede adımız olmayacak..Gülüşümüzde,şiirimizde,kavgamızda ne varsa o olacak..
Hüznümüzü üşüyen cekete giydirip kocaman kanadına sığınacağız bir serçenin..
Sabah olacak ve biz yeniden yeniden yaratacağız hayatı..

Bak ne diyeceğim,bir kitap vardı eski,ama çok eski zamanlarda yazılmış bir kitap,
ön kapağında bisikletli bir resim vardı..İşte o kitabı buldum geçen gece..
Raflardan sıyrılıp kalınca bir kitabın arkasına düşmüş..
Kapağın arka kısmında bir yazı vardı ’Sen hiç denizde gece yüzdün mü’?..
Okudukça yağmur yağdı,kirpiklerim ıslandı..Sonra,’Hiç gece nergis topladın mı’?diyordu..
Elimde fesleğenlerin kurumuya yüz tutmuş fidesi kendiliğinden yeşilleniyordu..
Sonra bir baktım sabaha karşı üzerime çiy düşmüş..
Sonra bir baktım elimde hiç kitap yok..Düşlerimiz lal olmuş güne çözülmüş meğer..
Bütün harfler duvarlara çarpa çarpa kendi sesime dönmüş olsa da
umut solmasın diye krılgan bir kozaya çekildim o gece..Sonra mı?;

Bazı sözleri aynanın karşısında göremediğin kendine baka baka yazarsın..
Bazı sözleri sırtını harflere dayayarak yazarsın,yazdığın bunu bilmez,görmez.
Sen yinede iki kişilik heyecanlanırsın..İki kişilk sevinir,tek başına hüzünlenirsin..
Zaman bitmek bilmez taş ağrısı olur yürekte,yinede el değmemiş bahçeler,
henüz gidilmemiş şehirler biriktirirsin düşlerin de..Her sabah göğe bakıp
duyamayacak olanın adıyla günaydınlarsın günü..Gece oldumu yıldızların
başından aşağı dökersin ’seni seviyorum’ dehşet sözcüklerini..
Harfler birbirine karışır ama sen karışmazsın bir türlü özsuyuna..
Tutar bir şiire anlatırsın içindekileri;

Şarkı söyleyen bir rüzgarın peşine düşüyorum bu gece
gecedüşlerinin ışığı yüzüme yansıyan
ardımda,hayata güle oynaya ıslık çalan çocuklar
bir şiir vapurun çatısından sarkarak geçiyor gözlerimden
kadrajda,devleti tahkir ve tezyif’ten hüküm giymiş bir öykü
ayaklarımız ıslak ıslak
fonda isyan şakıları yerine ayak seslerimiz

Şarkı söyleyen bir rüzgarın peşine düşüyorum bu gece
Su’ya düşlerini paylaş diyor bana
sen anlat biz dinleyelim diyorum
’Suyunu tüketen bir dağcı gibi’ dudaklarımız kuruyana dek dinleyelim
sonra gidip kuyudan çektiğimiz suyla ıslatalım elimizi yüzümüzü
sen anlat
bildiğin bütün lehçelerinden olsun düşlerin
kıymetli bir Cumartesiçiçeğiyle gelir otururuz dizlerin dibine
sevdiğin kentleri anlatırsın bize
ağlarsak da gözyaşlarımız aynı nehre akar hiç değilse
güldüğümüzde kuşlar sarılmıyor mu boynumuza..

-Fanusun içinden okyanus düşleyen küskün balık gibiyim
iğnesi kırık bir şarkı mırıldan geceye
bugün çokça nihavent makamındayım-

18 Ocak-8 Şubat 2014..

Mevsim papatya kırılganlığı
içimde kardelen sevinci
dilimde sırılsıklam bir şarkı
içimden geçenleri bir söylesem!
bu sabah bana gülüşünü verir misin..

Tabloya düşüyor yedinci gün
sürreel bir portreyim
dar geliyor ertesi günlerim
toprak toprak dağılıp tohum tohum serpiliyorum
akşamın yağmurunda bir güzel ıslanmışım
bedenim bozulmamış uygarlık
akademi,statü,biyografi=şöhret,
pahalı bir sokakta
iliklerime kadar serseriyim
dönerken bir çakıltaşı bıraktım
serde yakmak vardı kenti
vapurum o denli çıktı rotasından

harfleri olmayan bir lehçede kıpır kıpır bir dildir Cumartesi
ayrı duran iki yakasını birleştirir bazı kentlerin

Bunlar bir yana,on dokuzunda sevdiğin bir şarkı
otuzunda bile en ufak bir tahrifata uğramamış diyor bir yanım
topluma karışan yanım diyor ki,tok ve gür bir sesle
’Seni özel kılıyorum’ diyebilmenin hayali bile çok güzel

küçükken,seneye de giyebileceğim papuçlarım olmadı hiç
büyüdüm de bir günüm oldu
birbirimizin etrafında dönüyoruz,bütün çocuklar sokakta
çeperlerimi zorluyorum
çoğalıyor çoğalıyor çoğalıyorum
epik bir öyküde barbarlığın defterini dürüyorum
yedinci sanattan yedinci güne yatay geçiyoruz
kavgacı bir şiir de gecenin özgüveni tam
düşünmekten hüküm giymiş bir oyunun afişindeyim
martıdan denize esen bir bulutun takibindeyim
gün tebessüm renginde

çıplak değilim
varlığın şüpheye yer bırakmayacak kadar ışık
kışlık alfabelerin giyotininde
Cumartesi giyinikliğim
repertuarımda güz şarkıları
öyle güzelsin ki, öyle güzel
bitmesin istiyorum, gitme
gitmeyi diğer günlere bırak
yorgunluğunu sür bana
gökkuşağının yedi rengi dolanıyor bedenimde
saçlarımızdan tanıyanlara suçüstü yakalanalım
resimler saklar bizi
sen varsın diye bahar tadında bu esrik zamanlar

-Fazla sevinçli,fazla maviydi gece..
Ertesi güne uyanmak bile dehşet riskli..
Başucumda son derece örgütlü gökyüzü ve tutkulu geceyarısı..
Seni hiçbir şiirde barınamayan bir isim gibi seviyorum..
Uzandığım yerden yüzünü içiyorum bulut bulut-..

Paylaş:
(c) Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve/veya temsilcilerine aittir. Şiirlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.
Şiiri Değerlendirin
 

Topluluk Puanları (26)

5.0

100% (26)

İsmini fısıldıyorum rüzgara/bütün ağaçlar kulak kabartıyor/öylece pike yapıyor ardından düşlerim Şiirine Yorum Yap
Okuduğunuz İsmini fısıldıyorum rüzgara/bütün ağaçlar kulak kabartıyor/öylece pike yapıyor ardından düşlerim şiir ile ilgili düşüncelerinizi diğer okuyucular ile paylaşmak ister misiniz?
İsmini Fısıldıyorum Rüzgara/Bütün Ağaçlar Kulak Kabartıyor/Öylece Pike Yapıyor Ardından Düşlerim şiirine yorum yapabilmek için üye olmalısınız.

Üyelik Girişi Yap Üye Ol
Yorumlar
Ay yüzlüm Zaman
Ay yüzlüm Zaman, @ayyuzlumzaman
30.6.2015 10:57:21
5 puan verdi
Mevsim papatya kırılganlığı
İçimde kardelen sevinci
Dilimde sırıksıklam bir şarkı
İçimden geçenleri bir söylesem!
Bu sabah bana gülüşünü verirmisin...

Postacısını kaybetmiş zamandayız...

Şarkı söyleyen bir rüzgarın peşine düşüyorum bu gece
Gece düşlerinin ışığı yüzüme yansıyan...

Seni hiç bir şiirde barınamayan bir isim gibi seviyorum...
Uzandığım yerden yüzünü içiyorum bulut bulut...
deniz-ce
deniz-ce, @deniz-ce
9.2.2014 16:57:40
Muhteşem diyorum
Başka da birşey demiyorum.
prosayko
prosayko, @prosayko
8.2.2014 22:59:33
5 puan verdi
muthiş... bu arada........ ben çıplağım... yokluğu şüpheye yer bırakmayacak kadar gerçek.... :)
Gule
Gule, @gule
8.2.2014 01:48:44
ne yaptın sen kurban...kim doldurdu, kim kabarttı içini bu akşam akşam...valla ne yalan söylim bu gece vakti fazlasıyla dağılmışlığım vardı zaten seni okuyunca büsbütün dağıldım gittim...ama merak etme Hans şimdi beni kendime getirir birazdan...o da kim? deme...o benim hayal kahramanımın bir ürünü..dur bak şöyle anlatim sana...yok canım şiirle bir alâkası yok...zararsız bir vatandaş...ara sıra benim ziyaretime gelir, havadan sudan konuşuruz gelişigüzel:))

Hans'ı şu pencereden görebiliyorum...sokağı karış karış yoklamaya çıkmış gibi hali var yine...bazen bu adamı gece gündüz ayırımı yapmadan ve hiç üşendirmeden yollara düşüren nedir diye merak ediyorum...altmış beş-yetmiş ya var ya yok...üzerinde aynı mavi Jeans pantolon...rengini güneşte günbegün solduran, rengi zeytin yeşiline çalma ve yaka kısmı içeri hava geçirsin diye kasıtlıca açık tutulan ama diğer cephelerin düğmeleri sıkı sıkıya özenle iliklenmiş olan, gelin görün ki; üstünden hiç çıkarmadığı yine aynı giydiği parkayla, topuklarını kaldırımlara sürte sürte aşındırarak kalıbına sığmayan aynı yorgun adımlarını dışarı taşırmış ayakkabılarını göreceğiz bu adamın birazdan...bir de iki elini kalça kemiğinin üstünde birbirine kavuşturacak olursa arkadan, tıpatıp Marcus'a benzeyecek haberi yok...nerden olsun ki...biri genç...öteki yaşlı...biri efendi ağası...öteki köle mağduru havasını veriyor tanımayanlara...sadece yer ve zamanlama hatasından birbirini ıskalıyorlar...biri erkenci, dışarda tedirgin ve zan altında zoraki tutuluyor sanki...öteki içerde geceden kalma ağır ve yorgun voltasıyla, emirler yağdırmakta illa ki...

Hans'ı ilk görüşte hemen kendini ele veren tek kusuru, ısrarla aynı yöne kafasını çevirip durması olmuştu...üstelik birbiriyle çelişen adımları onu mecburi bir istikamete zorluyor gibiydi...uzaktan komandayla yönetiliyormuşçasına iki-üç adım attıktan sonra tekrar aynı merkezde ayaklarını birleştirip, aynı noktada buluşturuyordu gözlerini...aynı çizgiyi geçmeyen bu rutin hareketlerini günde kaç kez tekrarlıyordu Allah bilir ve bu durum onu bir hayli yoruyor olmalıydı...öyle ya da böyle doğuştan veya sonradan edindiği bu tikli hareketlerine bakılacak olursa şikâyetçi olmadığı da rahatlıkla gözlenebilirdi hemen...hatta mutlu olduğu bile gönül rahatlığıyla söylenebilir...çünkü her sokağın başından, her lambanın altından, her arabanın dikiz aynasından başını uzatıp, gülücük dağıttırken, etrafındakilerin meraklı bakışlarına yakalanırken buluyordu kendini...bazen de yoldan geçenlere selam işareti verip elini havaya kaldırıyordu...bazen de bir korna sesiyle silkelenip yolun ortasında rehin tutuluyordu...anlaşılan namını dört bir yana duyurmuş çoktan bizim Hans...herkes onu yakından tanıdığına göre uzun bir yol hikayesi de olmalıydı mutlaka...birgün eli yüzüme kayıp beni de selamlayacak olursa, ona zafer işareti yapıp -eyvallah eksik olma yoldaş!- demeyi düşünüyorum...bunu yapmayı gerçekten istiyorum...sonrası hınzırca bir gülüş olsun...eh madem bu olacak birgün, öyleyse tam olsun!..

biz de gel zaman git zaman Hans'ı işte böyle farkettik...daha doğrusu pederi biz değil de, bu dağınık haliyle bir canlı bağlantıya bağlanır gibi gölgeli bir ekranın başından, ne yapıp edip görüntülemeyi başardı kendini bize...unutulmuş kimliğini gizli-saklı köşelerde arar gibiydi bazen... bazen de tel örgülü bir duvarın dibinde kederini ve efkârını ütüleyip; siyah-beyaz rengiyle çerçevelettirirdi resmini herkese...ya açıktan açığa, ya da üstü kapalı vaziyette hüznün dumanını, yaşlı göğsüne derin derin çekip, ya bir arabanın camında beyazlamış sakallarının dağınıklığı yüzüne çarpınca, ya da bir dükkânın boy aynasında kamburu göze batınca demli demli havaya üflerdi fazlasıyla ihtiyar...

Hans'ı şu birkaç adımlık yerden çok iyi görebiliyorum...kapının önünde daha bu sabah göz göze geldik...dedim ki: -hayrola Hans yolculuk nereye imsak vakti kiliseye mi?, gel atla gideceğin yere bırakim seni-
"yok" dedi "sağolasın bacım mazot kokusu midemi havaya kaldırıyor, yürümeye alışmış bir kere bu ayaklar, kaldırımların tozunu ciğerime doldurmadan, siyatiklerimi azdırmadan beni uyutmaz haspam"...

-uyumadığın her halinden belli- dedim...cin-peri gibi her yerden çıkıyorsun karşıma...Allah iyiliğini versin az kalsın yüreğime inecektin...insan önceden geleceğini bi haber verir-

"kaç basamaklı peki?" dedi
-nasıl yani?-
"yüreğin diyorum...yüreğine giden yol yokuş mu, yoksa düz arazi mi?..oraya vize almadan, merdiven dayamadan kolayca gidip-gelebilecek miyim sence?"

ellerimi nereye götüreceğimi şaşırıp, yüreğimi yokladım sessizce...evde yoktu yine...soluğu kesik kesik yayılıyordu havaya buharlı....belli ki o da yorgundu...ona bunu nasıl söyleyeceğimi düşünüp, yüzüne bakakaldım ihtiyarın...hazırlıksız yakalanmıştım...sandığımdan da çetin ceviz çıktı peder...öte yandan beni rahatlatan bir bakışı yayılıyordu yüzüme...kimseye çaktırmadığı bu normal hareketleri huzur veriyordu sanki şimdi...

-yüreğim hangi masada meze bilmiyorum- dedim...-yeryüzünde bir yerim olmadı ki zaten, yüreğimin de başını uzatacağı yeri olsun...o yüzden hiçbir yere sığmıyor...o yüzden dalından düşen yaprak misali ordan oraya savrulup duruyor-...

"anlamıştım zaten" dedi...bu saatte yola düşenlerin ayakları zaten yerden kesilir...ve yüreğini yeryüzüne kaptıranlar güzergâh boyunca gittiği her duraktan bir düşü gelişi güzel esir alır."

-ama benim bir ayağım bu çukurdaysa diğer ayağım da göğün kapısında rehin tutuluyor- dedim...bu işkence daha ne kadar sürecek böyle ?-

"gözümden kaçtı sanma...hani sen ellerine yer bulamamıştın ya az önce, o ellerin kanatlanmış, pır pır havada uçuyordu da senin, farkında bile değildin...ama ayaklarını birbirine kötü dolamışsın...bak bana boşuna mı dönüp dönüp aynı yere geliyorum sanıyorsun?..sıra ayaklarında şimdi...haydi zincirlerini sök at artık...bak gökyüzü kucağını açmış seni bekliyor...üstelik her yıldız evinin kapısını ardına kadar açmış, üstelik gülen yüzü bedava herkese!"

Hans'ı büyük ihtimalle yarın da göreceğim...yine sessiz sessiz birbirimizin yüzüne bakıp duracağız...o yine gülümseyecek...ben ne kadar çok onunla konuşmak istesem, ne kadar çok boynuna sarılmak istesem de, mecburen yine mesafeli durup, nezaketen de olsa küçük çaplı bir buseyle uzaktan izleyeceğim kendisini...o bir-iki adım attıktan sonra yine takip ediliyormuş hissine kapılıp arkasına dönüp bakacak...arkasını hazır dönmüşken de, sıralı duran her sokağı, her canlıyı, her arabayı, her dükkanı, her bulutu, her kuşu ve her çocuğu da gözleriyle, gülüşüyle buluşturacak...

iyi ki Hans var...laf aramızda bu onun takma ismi...gerçek adı belki Holger'dır, belki de Robert bilmiyorum...ama onu kod adıyla daha samimi buluyorum...

-ee Hans yarın yine aynı saatte, aynı yerde görüşmeye ne dersin..? yine korkuluk gibi aniden önüme dikilme sakın, kalpten götüreceksin birgün...malum o saatlerde karanlık işler döner..sen oyunu bozuyorsun...bu halinle komediye çeviriyorsun herşeyi-...

"baaacım unutma (gel gelelim ki; namuslu adamların diline doladığı bu terimi Hans bir müslümandan ödünç almıştır da dili sürçerek söylemiştir o an) insanları güldürmek de bir sanaattır!"


Ps: Hans'ı dün pencereden görmüş ve bunları yazmıştım...bugün öğle vakti olmuştu Hans'ın ne görüntüsü ne de gölgesi dolaşıyordu sokakta...malum sokağı gören pencereye bir kavis çizip günde 20-30 kere dışarı dikizliyorum...ve aslına bakarsan biri beni karşıdan görür de "manyak mı-sapık mı bu kadın?" diye düşünen insanların yanlış fikirlerine kapılıp suçlanacağımı da iyi biliyor ve de çok utanıyorum ama ne yaparsın ki; babadan evladına kalan bu mirası, bu kötü huyumu atamıyorum bir türlü üstümden...meraklı Melahat'ı da geçtim valla:))...her neyse...yani öğlen olmuş ve Hans piyasada yoktu anlayacağın...hiç normal değildi bu durum...biran telaşlanıp aramaya çıkmayı bile düşündüm...ne de olsa Hans mahalle aralarında bir yere takılmış ve büyük olasılıkla aynı yöne on kere dönüp dönüp bakınca, eve dönüş mesafesi de ona katlanmıştır diye düşündüm...-dur biraz daha bekle, ne de olsa birazdan saklandığı delikten çıkar gelir- dedim kendi kendime...sen de onun yaptığı gibi aynı hareket ve karanlık görüntünle, aynı camdan habire kafanı uzat dur dışarı sonra seni karakola şikayet etsinler -bu kadın bizi sabah-akşam dikizliyor, alın götürün burdan bu manyağı-...doğruya doğru az bişey harbi kaçığız arkadaş:))..siz de perdelerinizi örtün canım..ne diye tıka-basa dolu salonunuzu, mahrem bölgelerinizi sonuna kadar açıp-saçıyorsunuz ortalığa...ben mi dedim sergiye çevirin evinizi-özelinizi...ne yapim yani gözüme batıp durmayın siz de canım töbe töbe:))..asıl siz benim ruh sağlığımı bozup, rahatsız ediyorsunuz sürekli...-meral cama çık, cama çık, bak burda ne var- diye diye gönderdiğiniz bu boş sinyallerle tetikliyorsunuz durmadan beni.. sayenizde paranoyak olup çıktık canım olmaz ki...sürekli panik-atak tehlikesiyle burun burunayız...aaa yapmayın gözünüzü sevim...daha etimiz ne, budumuz ne...kaldı ki yaşımız kaç başımız k.aç.ık..:))...genciz...güzeliz...Allah biliyor ya, sizi de çok severiz...bizim mahalle sakinlerine burdan toplu selam:)))

ha can ne diyordum...ha bizim Hans diyorum ki çok sevimli, çok şeker adam...hani ben telaşlandım ya az kalsın onun yaptığı gibi kendimi tedirgin olmuş vaziyette sokağa atacaktım ya; hoş kısa bir süre için çıkmam gerekiyordu zaten, hatta çıktım da, bir de ne görim Hans bu fırtınada, bu yağmurda hafif başını rüzgâra eğmiş, iki kolunu da sallaya sallaya geliyor karşıdan...inanmazsın onu görür görmez yüzüm bir aydınlandı, keyfim bir yerine geldi ki hiç sorma...ne anladım biliyor musun bugün...gerçekten bu sokaklar, bu kaldırımlar o olmayınca bomboş görünüyor gözümde...ve o güzel varlığıyla mahallemize renk veriyor, neşe katıyor... o ağır adımlarıyla kaldırımların tozunu havaya kaldırıp, gökte parlayan bir yıldız gibi parlıyor sonra sokağın efkârlı başında, o yorgun yüzü ve solgun üstüyle beraber uzun uzun...derken çok uzun hikayesine kavuşmuş oldu Hans...

tıpkı senin gökten kayan yıldızları avuçlarımıza topladığın gibi...

iyi ki varsın...
iyi ki...

mer@lgül...


Yaralım tarafından 2/8/2014 2:37:44 AM zamanında düzenlenmiştir.
Evvel
Evvel, @kuskun-cicegim
8.2.2014 00:16:44
5 puan verdi
Ama bu kadar ara vermeyin demedik mi size şairim ya!

Küssek mi ne yapsak kaleme?


şiir,her zaman güzel ki beni şaşırtmayan bir kalem.


son mısraları daha bir içtim lakin

güzel güzel güzel

ama lütfen daha sık görelim şiirlerinizi


saygımla
Ayrık Otu
Ayrık Otu, @ayrikotu
8.2.2014 00:12:57
5 puan verdi
lehçesi kayıp bir dilin karanlık tercümesine tutsak mahkumiyetleri alıyor avucuna mevsimler

ilk pazartesi teslim oluyor
sonra çarşamba
ve sırayla diğerleri

bir tek
cumartesi bizim..
© 2025 Copyright Edebiyat Defteri
Edebiyatdefteri.com, 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Edebiyatdefteri.com'a aittir. Sitemizde yer alan şiir ve yazıların telif hakları şair ve yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.

Sitemizde yer alan şiirler, öyküler ve diğer eserlerin telif hakları yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Ayrıca sitemiz Telif Hakları kanuna göre korunmaktadır. Herhangi bir özelliğinin kısmende olsa kullanılması ya da kopyalanması suçtur.
ÜYELİK GİRİŞİ

ÜYELİK GİRİŞİ

KAYIT OL