Kılavuzu para olana her kapı açıktır. shakespeare
Önder Kızılkan
Önder Kızılkan

Kırık Notlar IV

Yorum

Kırık Notlar IV

( 27 kişi )

17

Yorum

6

Beğeni

4,8

Puan

2033

Okunma

Okuduğunuz şiir 19.9.2011 tarihinde günün şiiri olarak seçilmiştir.

Kırık Notlar IV



I.

Mutlaka Tezer Özlü kitabı vardır
Büyük sehpanın alt bölmesinde
Sigara külü
Ve pasta kırıntısı…
Geçen seneki doğum gününden kalma.
(Otuz iki tane.)
Bazı adamlar büyüyünce
Kendinden bir yere kaçar.



II.

Vodka ve GS kaşkoludur hayat
Güzel ama itici kızlardan geriye
Bir tek bunlar kalır.
Tabii ki cam kenarında tutulur
İlhan Berk kitapları
Menekşe saksılarının yanında.
(Acının değiştirilemez maddesidir.)



III.

İnsan terk edilince neye kavuşur?
Bir bebeğin ilk ağlaması gibi
Bazen kuş kanadı çarpar camına
Çok kırılmış…
Paramparça nefes alışlarından
Korkarak uyanırsın.

Portakal mı seversin yoksa ahududu mu?



IV.

Zehirdir şiir
Pis bir şeydir.
Allah yazdıysa
Bozsun.








Paylaş:
6 Beğeni
(c) Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve/veya temsilcilerine aittir. Şiirlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.
Şiiri Değerlendirin
 

Topluluk Puanları (27)

5.0

93% (25)

4.0

4% (1)

1.0

4% (1)

Kırık notlar ıv Şiirine Yorum Yap
Okuduğunuz Kırık notlar ıv şiir ile ilgili düşüncelerinizi diğer okuyucular ile paylaşmak ister misiniz?
Kırık Notlar IV şiirine yorum yapabilmek için üye olmalısınız.

Üyelik Girişi Yap Üye Ol
Yorumlar
Banu Kalyoncu
Banu Kalyoncu, @banukalyoncu
24.9.2011 02:01:22




Kıyıdaki Adam'ın içinde beslediği kelimeleri okşamak böyle bir şey işte...
Şiirini okuturken, okuyucu dövmesi gibi hatta. Sersemleşmiş bir hisle insanın uyanası gelmiyor nedense...

Geç geldiğim için üzgünüm. Halbuki ilk okuyanlardan olmak isterdim.

Tebrikler Önder... Senin yerin hep burası zaten.



Sabiha KÜÇÜKTÜFEKÇİ
Sabiha KÜÇÜKTÜFEKÇİ, @sabihakucuktufekci
21.9.2011 00:04:41
5 puan verdi


tebriklerim günün şiirine hayata kattığınız eşsiz cümle güzelliklere iyi ki varsınız değerli şair dost..:)
sevgim saygım selamlarımla...
ronin
ronin, @ronin
21.9.2011 00:04:20
yüreğinize sağlık
emine uysal
emine uysal, @emineuysal
20.9.2011 20:44:50
Sonsuz ümitlerin izlerini ben şiirlerde sürdüm.Diyorum ki hepsini çöpe atmasak.Ayrıca sormuşsunuz;portakal mı ahududu mu? diye...Portakal tercihimdir,çünkü benim inancımda onun metafiziki bir özelliği vardır,tadına doyum olmaz...ümit dolu şiirler bekliyoruz sayın şair...
gaybana  geceler
gaybana geceler, @gaybanageceler
20.9.2011 15:24:07
tebrik ederim.... farklı cümlelerle.. dahada vurucu olmuş güzel şiiriniz.
Huseyin Dalmaz
Huseyin Dalmaz, @huseyindalmaz
20.9.2011 11:59:09
Evet, çok güzel bir şiir şairi kutlarken.seçiçici kurula bir sorum olacak."Bu şiiri türkiyedeki tüm yetişkinlere okutsak acaba
kaç kişi anlam ve içeriğini bir anda söyler ?"Haa! şairlere ya da üst düzey kişiler baz alınmışsa.kurula bu sorumu sormamış kabul ediyorum ve günün şiiri olmayı hak etmiştir diyorum.Aksi halde Bennim için önemli olan şairin anlattıkları değil,
Okuyanın ne anladığıdır.Bağışlayın bu da benim görüşüm.
lacivertiğnedenlik
lacivertiğnedenlik, @lacivertignedenlik
20.9.2011 11:07:28
5 puan verdi
Karadeniz

her zaman beğenmişimdir şiirlerini

sevgiler,sagılarımla
deniz-ce
deniz-ce, @deniz-ce
20.9.2011 10:39:24
''şiir,pis bir şeydir''katılıyorum bu sözüne.
ne zaman sayfada hüzünlü şiirler okusam,
ne zaman ruh halim eksiye doğru gitse defterde
...ve ne zaman MARCELin şiirleriyle dumur olup kalsam
aynı şeyleri düşünüyorum ben de.
şiir pis bir şeydir.allak bullak eder,alt üst eder...
Kıpkırmızı
Kıpkırmızı, @duygudamlaciklari
20.9.2011 10:11:00
Kısa az ve öz..
Ama çok şey...
Az ve öz'den daha çok....
Herşey gibiydi...

Bir ömür gibi..
Tebriklerimle
Y. Kaya
Y. Kaya, @yasar-etinkaya
20.9.2011 08:41:52
5 puan verdi
şiir, ne çok şeydi öyle
kutlarım, Kıyıdaki Adam iyi konuşmuş
sevgi ve saygıyla...
ramazan.efe
ramazan.efe, @ramazan-efe
20.9.2011 08:40:47
5 puan verdi
güne düşen şiir güzelliğinde hüznünü
kutlarım
sağlıcakla
Phoenix 57
Phoenix 57, @phoenix-57
20.9.2011 01:59:22
Hayattan esintilerin gerçekçi bir dille ve özgün imgelerle şiire akışı...

Büyük zevkle okudum,seçici kurula ve şaire selamlar.

Fikret Şahin
Serhat BİNGÖL
Serhat BİNGÖL, @serhatbingol
20.9.2011 00:52:10
5 puan verdi


Bence göstersin herkez yazabilmeli içindekilerini,Güne gelmiş bu güzel şiirden belli değerli şair,

Kaleminin tütsü kokusu tükenmesin,kutluyorum yürekten...

Selam ve saygılarımla,
umutyolcusu
umutyolcusu, @umutyolcusu34
20.9.2011 00:12:24
5 puan verdi
Güne düşen şiiri yazan yürek sesiniz susmasın övgüye değerdi.Saygımla
Yahya İncik
Yahya İncik, @yahyaincik
19.9.2011 21:48:51
Yazar: Tezer ÖZLÜ
Öyküleri - Öykücünün Hayatı

Hayalet Oğuz

Biz yıllardır bu kentte yaşıyoruz. İçimizde ömrü bitenler oldu. Onları oldukça eğlentili törenlerle gömdük. Bu törenlerden ağıt ve içtenlik yönünden en ağır basanı Hayalet Oğuz’un cenaze töreni oldu. Oğuz, İstanbul’da yaşadı. Oğuz bir dönemi yaşadı. Yeryüzünde belki de hiç kimsenin yaşayamadığı gibi. Tek bir sandalye sahibi olmadı. Bir-iki giysisi temizleyicide durur, kirlenince yenilerini satın alır, iç çamaşır ve çoraplarını en yakın çöp tenekesine atardı. Ev almadı, ev kiralamadı, eşya almadı, eşya tamir ettirmedi, belki de tek bir mobilya mağazasına girmedi. Pasaport almadı, karı almadı, karı boşamadı, kimseyi gebe bırakmadı, resmi dairelere girip çıkmadı.

Bir kez bir kadın parmağına yüzük takıp:

-Oğuz, sen benim nişanlımsın, dediyse de, Oğuz kadının başkalarıyla yatıp kalkmasına hiç ses çıkarmadı. Kimseye baskı yapmadı, canlı ya da cansız hiçbir şeye malı gözüyle bakmadı. Nişanlı geldiği gibi gitti. Bu da Oğuz’u ne sevindirdi, ne de üzdü.

Oğuz’u, ilkokulu bitirdiğim yıl Fatih’teki evimizin balkonundan ağabeyimin odasına bakınca görmüştüm. İncecik bir adam, yatakta uyuyordu. Zayıflıktan ölmüş gibiydi. Yüreğim burkuldu. Anneme koştum:

Anne, içeride yatan adam zayıflıktan ölecek, dedim. Oğuz, 21 yıl sonra, 1975 Eylül ayında öldü. 21 yıl süreyle birbirimizi çok sık gördük. Aynı evlerde yaşadık, aynı çevrelerde dolaştık. Aynı kitapları okuduk. O, özellikle yeni çıkan telif kitaplarını ilk günden edinirdi. Ya yazar ona vermiş, ya da Oğuz satın almıştı bile.

Okuyayım, sana bırakırım, derdi.

Ya da en ilginç, en olmayacak satır ve sayfaları bulur, yüksek sesle bana okur, kitabın özünü bir iki dakikada ortaya koyuverir, arkasından bir de şakasını yaptıktan sonra, kitabı bırakır giderdi.

Çoğunlukla da elinde bir İngilizce polisiye roman bulunurdu. Türkçeye çeviri ve derleme olarak yüze yakın kitap kazandırmıştı. Adını hiçbir zaman çevirmen, yazar, ozan, şunu yaptı, buna çalışıyor, bunu hazırlıyor... gibilerden kullanmadı. Yazın çalışmalarında tam bir fabrika işçisiydi. Sığınabileceği bir köşede çalışır, çalışması bitmeden kazanacağı parayı çekmiş, bitirmiş, sayfalarca çeviri bedeli de borçlu kalmış olurdu. Yüzlerce film senaryosu yazdı Yeşilçam’a. Bunların tümünün adını bile bilmez, filmleri de görmemiştir. Parasını alınca da dar paçalı bir blucin, bir kazak, bir montgomeri ya da mevsime göre yeni bir gömlek satın alırdı.

İyi bir yemek yer, ardından Kulis, Papirüs gibi barlara uğrar, barmenlere önceki içki borçlarını öder, yanındakilere içki ısmarlar, oracıkta rastgeldiği bir iki dostuna:

-Şu paramı saklayıver, sonra senden isterim, hepsini bitirmeyeyim, der, belki o gece Klüp 12’de bir şişe viski açtırır, geceyi bir bar kadınının yanında, kadına dokunmadan sızarak geçirir, ertesi gün bir Bafra sigarası alacak parası kalmadan, gene Taksim-Beyoğlu çevresinde yaşamına başlardı.

Kurbağa bacağı, mantar turşusu gibi garip yiyecekler severdi. Beyoğlu’na gelen ilginç filmleri de ilk gören o olurdu. Çok ender insanda rastlanan bir zekası vardı. Ölmeden beş gün önce Bulvar kahvesinde oturuyorduk. Oğuz: E.’ye uğradım. Sen benden daha önce gebereceksin, çok seviniyorum dedi, diye gülerek anlattı. Hepimiz gülüştük. İnsanın, kendi ölümü üzerine, ölmeden dört gün önce şaka yapabilmesi üstün bir zekanın bile işi değil. Ölmeden dört gün önce, insanın hastaneye tıraşlı bir yüzle gitmesi için, Cağaloğlu’nda para araştırması inanılır gerçek değil.

Biz hep “Hayalet ölmez”, diye düşünüyorduk. Onu, Heybeliada sanatoryumuna götürmedik bile. Son yemeğimizi Degüstasyon’da yedik. Salçalı bir dana söylemiş: Ağzının tadını bilen ağabeyin de, hep bu soslu danayı yer burada, demişti. Ben de arsızlıkla onun soslarına ekmek batırmış, bir ay Heybeliada’da dinlen, sakın İstanbul’a inme, biz gelir seni görürüz, demiştim. Erken çıkmıştık lokantadan. İstiklal Caddesi kalabalıktı gene. Havasız ve pisti her zamanki gibi. Oğuz heyecanlı idi. Sanki önemli bir olay onu bekliyordu. Erken yatmak, bir an önce hastaneye gidip, yerine uzanmak istiyordu. Ama bu gidiş hastaneye, ölüme falan değil de, hiç çıkmadığı bir Avrupa yolculuğu, ya da sevdiği bir kadınla buluşacağı sabahı bekleyiş gibiydi.

-Senin de Celal Sılay için yazdığını okudum, dedi.
-Meraklanma, senin ölüm yazını da kaleme alıyorum, dedim.

Gülüştük.

Tünel’e doğru yürüyecekti. Otuz yıldır yaşadığı bu caddede son yürüyüşü olacaktı bu, yorgundu. Ağabeyimin evinde uyuyacaktı, yanında pek tanımadığı bir üniversiteli genç kalacaktı. Bu çocuk onu sabah Ada vapuruna bindirecekti. Ve Oğuz dört gün sonra akciğer kanserinden boğularak ölecekti. Kırk altı yaşında ve kırk altı kilo olarak.

Oğuz öldükten birkaç gün sonra şunları yazmaya çalışmıştım: Sevgili Oğuz İstanbul kentini bu Eylül ayı bıraktı. 3 Eylül 1928’de doğdu. 17 Eylül 1975’de öldü. 1.73 boyunda, 46 kilo idi. Şişli camisi avlusuna tabutunu dört kişi hafif bir çanta taşır gibi getirdi. O zaman tabutun içinde onun yattığına kuşkum kalmadı.

Oğuz’un çok güzel, neredeyse kitap adı gibi “Eğlentili Bir Gömme Töreni” oldu. Mezarına sahip çıkacak bir hısmı bulunamadı. Yanına kimse gömülmesin, mezar cemaatın olmasın diye, tapusu Sinematek Derneği adına çıktı. Oğuz’un çok güzel bir mezarı oldu. Üzerine açık leylek rengi kır çiçekleri diktik. Mezarlıklarda ekmek paralarını çıkaran çocuklar da bol su döktüler. Toprak canlandı. Güzel koktu. Çelenklerini üstüste yığdık. Çocuklar gene diri gonca gülleri suladı. Görevimiz bitmişti.

Otuz kadar yakın dostu Krepen Pasajı’ndaki Neşe Meyhanesinde oturup, onun anısına yedik, rakı içtik, üstelik iştahla yedik. Akşamüstü aşuresi bile pişip geldi.

Beyoğlu’ndan uzaklaşırken biraz sarhoş ama çok üzgündüm.

Oğuz yaşamının çeyrek yüzyılını elliye yakın dostunun evinde geçirdi. Oğuz aylarca da benimle kaldı. Onun konukluğu bir kelebek gibiydi. İnsana kendini hiç belli etmemeye çalışır, hiçbir özel isteği olmaz, ince ve sevimli bir sesle konuşur, eve gelirken çiçekler ve pasta getirir, bana Alman eğitiminden geçtiğim için, Mutti, derdi.

Yatma saati geldiğinde bir yere kıvrılıp uyuyuverir, sabah yanına erken saatte bile gelinse, hemen bir espri yapardı:

-Ne o, sahura mı kalktın?

Kimsenin görmesine olanak vermeden hemen giyiniverir, azalmış saçlarını özenle tarar, kolonya sürer, bir bardak çayını kendi koyup, Bafra sigarasına başlardı.

Oğuz, yanında kaldığı dostlarına aldığından çok daha fazlasını verdi. Dostluk, güleryüz gösterdi onlara. Akıllıca yapılmış şakaları ve bulunmaz kişiliğiyle öylesine yeri doldurulamaz bir insandı ki, onu tanımış, onunla birlikte günler, geceler geçirmiş olmayı, erişilebilecek mutlulukların en büyüklerinden sayıyorum.

Balıkpazarı meyhaneleri, Beyoğlu lokanta ve gece kulüpleri, kahveler, Nazmi, Kaptan ve ender olarak gittiği birkaç taşra kentinde geçen bu kısa yaşam, boyutlarına yeryüzünde herkesin erişemeyeceği bir yaşamdı.

Ölümünden altı ay kadar önce, yağışlı bir günde bana küçük bir valizini getirdi. Yıllardır hiç açılmamış. Afrika Han’da, Bülent Oran’da kalmış bir valiz içinden iki taş baskısı örtü çıktı. Yepyeni, onları bana verdi.

-Bunları bir kızla birlikte almıştık, dedi.

Kadının güzelini bilir, bu kadınlara annesi, arkadaşı ve aynı zamanda sevgilisiymiş gibi bakardı. Valizden ayrıca; yedi sekiz yıldır kullanılmamış bir diş fırçası, çoğu bitmiş bir İpana diş macunu, Yüksel Arslan ve Ömer Uluç’la bir fotoğrafı, gene arkadaşlarıyla Bebek’te lokantada bir fotoğrafı, film çalışması yaparken bir fotoğrafı, temiz iki beyaz cin pantolon, fayans üzerine basılmış antik bir oto resmi, kirli çorap ve kirli çamaşır, bir iki ozanın adına imzaladığı kitap, bir iki kolej kitaplığından alınma İngilizce ekonomi kitabı çıktı... hepsi bu, işe yararlarını bana verdi, gerisini attı.

Son olarak kaldığı ağabeyimin evinde, ölümünden sonra şunlar ilişti gözüme: Hastaneye getirmemizi istediği ve temizlettiği pantolonunun üzerinde Türkiye Cumhuriyeti 1960 Anayasası duruyordu. İngilizce bir polisiye romanını yarısına kadar okumuş, kaldığı yeri işaretlemişti, ağabeyimin telefon defterine en çok çalıştığı Yalçın Ofset’in telefon numarasını yazmıştı. Bunun dışında eski gocuğu, hiç yayımlanmamış bir iki şiiri, yazlık ayakkabıları ve şöyle bir not: daktilo otelde, gömlek temizleyiciden alınacak... Ayaspaşa’dan Levent’e... Levent’ten Ayaspaşa’ya... vb.

Yolları araç ve garip bir insan kalabalığının karşıdevrim gibi sardığı İstanbul’u “Katmandu”ya benzetiyor, son aylarında: “Artık gerçekten yaşamak istemiyorum, hiç tadı yok”, diyordu. Ama bunu söylerken soyut bir bunalımı dile getirmiyordu. Oğuz, bunalan bir insan değildi. Onun akıl ve mantığı bu tür gereksizlikleri çoktan aşmıştı. Hiçbir zaman,

-Sıkıldım, acıktım, uykusuzum, yorgunum, bile demedi.

Akciğer kanserine yakalandığını bilmedi, yakınmadı da,

-Solurken ciğerlerim acıyor, uyutmuyor beni, demekle yetindi.
-Çok hastayım, demedi. Doktorun terimini kullandı: “Çok hastaymışım”, dedi.

Her anlamda olumsuzlaşan İstanbul’u artık istemiyordu ve ölümü de öylesine umursamıyordu ki... hani;

-Beyoğlu’nun tadı kalmadı, artık öteki dünyaya gidelim, der gibi. Ve ölmeden dört gece önce Degüstasyon’un kapısı önünde karşılaştığımız Ali Poyrazoğlu’nun yanağından makas alıyor,

-Tatlıhayat kurbanları gene nereye? diye takılıyordu.



***

Madem mesele Tezer Özlü.. öyküsünü paylaşalım dedim..tebrikler.selam ve saygılar.
_cânâ_
_cânâ_, @-cn-
19.9.2011 17:15:45
''Mutlaka Tezer Özlü vardır

Tabii ki cam kenarında tutulur
İlhan Berk ''


Eski adı mecaz-ı mürsel yeni adı ad aktarması hoş sanattır vesselam

şiire yakışır usturupluca

saygımla şair


Kalimera.
Kalimera., @kalimera-
19.9.2011 13:34:57
:)
kanına işlemişse şairin yazmadan duramaz ki.

...

manzara pek iç açıcı değil, ama şiir güzel bi şeydi vallahi, pek güzel.
© 2025 Copyright Edebiyat Defteri
Edebiyatdefteri.com, 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Edebiyatdefteri.com'a aittir. Sitemizde yer alan şiir ve yazıların telif hakları şair ve yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.

Sitemizde yer alan şiirler, öyküler ve diğer eserlerin telif hakları yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Ayrıca sitemiz Telif Hakları kanuna göre korunmaktadır. Herhangi bir özelliğinin kısmende olsa kullanılması ya da kopyalanması suçtur.
ÜYELİK GİRİŞİ

ÜYELİK GİRİŞİ

KAYIT OL