12
Yorum
9
Beğeni
5,0
Puan
3359
Okunma


Dağlar tanıdık
eteğinde mor işlemeli rüzgârlar
fısıltıyla gelen eski zaman hatıraları
kimin sokağından geçtiği belirsiz
yaşamaklar tanıdık yaşanarak öğrenilen
yolların sesi yoktu ki haber versin
ufukta büyüyen karanlıkları
yüzümüzde gezgin parıltılar vardı
delişmen bir delikanlı gibiydi burnumuz
ateşin sönmek bilmediği
cüretkâr bir akşamdık belki
oysa dağlar vardı göğe sarılan
belimizde ebem kuşakları
şarkılar vardı ırmakların dilinde dağılan
kimden geçtiysek herkes suçlu
söylemediler masalların hayal olduğunu
ayağını yere sürtüyordu bulutun sancısı
yağmuru susturmaya yelteniyorduk
paçaları çamurlu iki ağaç vardı sırtımızda
gövdesiyle övünen
annenden bahsediyordun
yağmurlu bir gün kadar ıslak olan kirpiklerinden
ve kürtajından gözbebeklerinin
mutluluğu bir devrim gibi bilmesinden
dişine takılan kavga artıklarından
zamanın sırtına çaktığı kazıklardan
kalbindeki düşen dolgulardan
desenli bir Anadolu halısı gibi kıvrılan bakışlarından
ve yazıklarından cümlelerini tıkayan
annem diyordun annem
babamın arka kapısı
tahtaları gün be gün dökülmüştür
numarasız sıradan bir sokak kapısı
yalnızca benim çaldığım
annem diyordun
eski bir sazdı babamın elinde
akordunu yapmayı bilmeyen babamın
tellerini parmaklarındaki nasırla incittiği
annem benim sonsuz müziğim
bir depremi karşılayan ev gibi korunaksızdı işte
duvarlarını kerpiçle sıvardı babam
kendi eliyle dökerdi boyalarını
hasata can vermeyi seven kocaman elleri
toprağı cilalamayı bilen hergün
elleri goncayı okşamayı bilmezdi
bu yüzden batakta açan ölü bir gül benzeri
ve biraz da dört yapraklı yoncaydı annem
babamdır diyordun
ah babamdır gölgesiyle zemheri
sesinde mangal kömürü lekesi taşıyan
bir çınarın yıkılmaz göğsü gibidir uyurken
zararsız ve sevimli bir hayat ağacı
uyanışı sinsi bir rüzgârdan çalınmış gibi
tenleri okşayan akşam yelidir sanki babam
fırtınasını doğaya bırakana dek
yastıkları okşadı yorgunluğunda
dolunayda uluyan kurt seslerini okşadı
camlardan sırıtan geceyi okşadı sigarasındaki nefesle
sonra sabahları açık olan havayı
keçi toynaklarıyla emzirilen patikaları
köpeklerin dansını okşadı dans bilmeden
ama beni hiç okşamadı
annem hep söylendi içinden
bense söylenmeye bile korktum
şimdi annem kadar korkarım hayattan
babam kadar korkuncumdur kendime
ağla diyordum ağla
annen gibi azgın bir şelalenin başında
ağlamak küflerini dökmesidir insanın
kalbindeki savaş zayiatlarını gömmesidir
utancın uğradığı şey olmamalı ağlamak
çocuklar ağlayarak büyür unutma
ve utanarak utancını büyütebilir insan
ağla diyordum dağlar tanıdık
bu mor etekli rüzgâr
bu eşsiz doğa gravürü
her şey yağmurun kolunda halaya durmuş
kimse rahatsız değil gözlerindeki
hüzün sızıntılarından
çünkü kervanlar geçti buradan
çok önceleri ölmüş canlı bedenler
kadınlar geçti annelerin hikâyesinde
adamlar geçti yiğit görünümlü babalar
ozanlar dinlendi Ferhat’ı heybesinde taşıyan
Şirin bir medhiye söylendi kulaktan kulağa
şimdi sen ağlamayı kazanç say
nasılsa dağlar tanıdık
yağmuru susturmaya da gücüm yok
seni unutmaya da
tut elimi ve bırakma
ben anneni görüyorum gözlerinde
ama sen babanı görme
gözlerim talimgâhındır artık!
-Bu şiir tamamen hayal ürünüdür, fakat bir gerçeğe yazılmıştır-
Nevzat KONŞER
Haziran 11
5.0
100% (23)