4
Yorum
2
Beğeni
0,0
Puan
2235
Okunma

İstanbul’u özledim
sahilde yürürken yüzüme vuran dalgaların sesini
martıların simit kavgasını güvertelerde
otururken bir cafe’de Naze’yle
bir de saati unutup çarşı pazar sonrası
trafiğe takılmanın baş ağrısını
ve hangi masalı uyduracağımızın hınzırca sancısını...
kuşların bulutlara haber salıp
yanağıma konduracakları maviyi özledim
sabaha horoz sesiyle uyanıp
sonra da bir taşla kovalayıp
bugün de ah!,ah! diye sızlanıp
annemin tavada ekmek pişirmesini bekledim...
sokakta koşturan çocuklarda
unuttum minik adımlarımı
gidip almak istedim yeniden
oyunlar oynamak istedim beraber
sen bize bir kaç beden büyüksün dediler
ve çıkarttılar üzerimden küçülen çocukluğumu...
camdan cama haber bültenini bizim Melahat’tan
merdiven boşluklarında gözlerimizi asmaktan
sanki hiç haberimiz yokmuş gibi rol yapmaktan
dedikodulara star kesilip başrol oynamaktan
küçük bir sahne de bana düşseydi bugün
ama alaylı gülüşlerin cilası akar yüzümden...
İstanbul’u özledim
Babam’ın kaldırımlara meydan okuyuşunu
gözlerini saat gibi sokaklara kuruşunu
mola arası bir koşu okula gelip
James Bond’luğa soyunuşunu
bir zamanlar hiç istemezken
şimdi niye özlüyorum..?
Annem’in telaşlı gözlerini
okulda hep çantamda taşımayı
her sabah uykulu haliyle örüşünü saçlarımı
akşama sobanın etrafında aile boyu oturuşumuzu
ekmeğin kızarmış yanık kokusunu
Abiler’imin fener-cimbom maçlarında
gösterdikleri üstün performanslarını
ve küfürleri basıp Dedem’e pabuç bırakmayışlarını
özledim hem de çoook!..
...
ardıma baktıkça kavruluyor zaman
yüreğimde cenaze merasimi okunan hüznün
yıkanacağına ve günahlarından arınacağına inanmadan!..
geçmişten bugüne derme çatma ihtilâl sözleri...
aldırmıyorum aslında
prangası vurulan kelime yığınına
kim derdi ki
açılır dilimin fermuarı
uçuruma meyilli gözlerimde
devrik uzanırken İstanbul...
Meral Gül...