11
Yorum
5
Beğeni
5,0
Puan
1603
Okunma
hangi ayrılığa binsem mumyalanmış bir yüzün rengi gibidir ölüm
yüreğimde korkunun grisi uzun ve kirli
göçebe yalnızlığın ömründe durulanırken aklım
aylak yolculuğun tarihinden çıkarıyorum masalımı
yangınlar başlamadan ve sersemliğimi sis kaplamadan
canı ağzında aşk gibi haykırıyorum kente
beceriksiz bir çocuğun kalemiyle çiziyorum kırık geceyi
her defasında acemi
her defasında yapayalnız
kekeme anıların kıymetli parçalarında dilim lal
üşüyerek ve biraz şaşkın hep kendime sıçrıyor fırtına
hırçın bulutların bedeninde susuyorum/
susunca sular da dalgalanıyor düşlerimin sarışın güzüne
zehirli umudun çiy düşen çiçeklerine benziyorum
sonsuz bir boşluğun hapsinde toprağım
ve karanlığım her bildiğim resme
sevinçlerim gürültüsüz sözcükler bulurken başlıyor yağmur
sesi güzel olanların omzundan dökülürken
o zaman yazıyorum adımı buğulu camlara
soluğum soluğunda nefes alırken
ve sarmaşıklar fısıldaşırken
yüzü biz oluyoruz mumyaların
tek tük ışıklar doluyor
aydınlığı da hep hüzne benzeyen
anlıyorum hep rüzgarla sürüklendiğimi
5.0
100% (13)