6
Yorum
0
Beğeni
5,0
Puan
1398
Okunma

anımsa
yaşamak kadar usul
ve bir o kadar zordu yaşadığımız zaman
hangi çağın elinden tutmuştu zavallı ellerimiz
dünya ulu orta yaşarken hükümdarlığını
savaş sütleri emziriliyordu barışa aç bebeklere
ot bitmiyordu silah ağzındaki gönüllerde
yaşanıyordu bir zamanın en yaşlanmış hali bile
bilirsin ölüler söylemez neden öldüklerini
bombalar kadar koca ağızlı değildir çünkü sonuçlar
yaşarken bir mum gibi dik duran bedenlerde
ateşin gizi kalır/ kül rengine uçuşurken ruhlar
kara bir gölge gibiydi sesimize ulaşan aşkın çağı
bahar tanımaz, yaz tanımaz bir çığın çığlığıydı her şey
posta güvercini ayaklı kadınlarımız vardı bizi bize yetiştiren
ve sanırım belanın gece kondusunda oturduk yıllar yılı
içimizde kır çiçeğinden saraylar taşıdığımızı sanarak
anımsa/ ikimizi birbirine bağlayan zincirler
siyah atların yetişilemez hızıyla gelen ayrılığın ateşinde
yanmadı mı demir erimesi gümüş renkli zamanlara dokunan
o usta ellerimizin mahareti içinde
şimdi kendimize biçtiğimiz bütün pişmanlıklar küf kokulu
bütün haklılık sebepleri dönüyor göğsümüzdeki duvardan
anlıyoruz bazı şeylerde haklı olmanın o girift sevdası
getiriyor ceviz kaplı tabutlar içindeki ayrılığın haksızlığını
anlıyoruz içimizdeki savaşlar son bulup
tüm çocuklarımız öldükten sonra bugün
yıkıyoruz aramızdaki en onanmaz duvarları
bir ölü gibi her şeyimizi bir yerlerde bırakıp
büyüyoruz/ inadına daralırken zaman
Nevzat KONŞER
mart 010
5.0
100% (6)