5
Yorum
3
Beğeni
5,0
Puan
987
Okunma
Ah, küle gül düşüren elleriydik zamanın
yandıkça büyüyordu gözlerimizin aydınlığı
boğazımızdan geçmiyordu gemiler
açlığında ve tuzulluğunda barınırken denizlerin
yalnızdık bir bakıma
bir bakıma silahsızdık yorgun
yüreklerimizde tünerken hacmi belirsiz zehir
akşam camlarına vuruyordu geçmişin gölgesi
kara bir yılan gibi ensemizdeydi vurgun
ah, sarıldıkça kavruluyordu mavnalar
asıldıkça göğsümüzde beliren o güce
korkusuz ve cüretli bıçaklardık
kestikçe kanayan sümbüli bir gülüşe
saplanıp kalıyorduk suskun
neredeydi o özlediğimiz ummân
çetelesinde kaç acıyı saklayan boşluk
ikbâl/ gözyaşlarımızda kaynayan bir pınardı
masaldı her rüyânın eteğinden boşalan şarap
zaman/ yediveren ellerimize bulaşan saatin dölü
bir ölü gibi kifâyetsiz dolaşan rüzgârdı sancağımızda
bir ölü gibi esefli ve durgun
ne gemiler yaktık susuzluğumuzda
al bir bayrak gibi şahlandı aşklarımızın anavatanı
ne siperlerde yüz vermedik küstah şeytana
alınlarımıza yazılmışken Kaptan-ı Deryâ çılgınlığı
sükûn ak kefenli bir kelebekti yalnız
ne yıldızlar söndü mihrabın sabah yelinde
gün azgın bir tufan gibi oturdu benzimize
kan kızılında bir muharip gibiydi yorgun
ah, güle kül düşüren gözleriydik zamanın
andıkça büyüyordu ellerimizin ittifakı
öyle ki
nasıl unutulmazsa vatan kokan bir toprak
biliyoruz hiç ölmeyecek sevdanın destanı
yandıkça göğsümüzdeki ferman
Nevzat KONŞER
Ocak 10
5.0
100% (3)