0
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
21
Okunma
Keramet Ne Şiirde Ne Şairdeydi
Bir sabahın tam eşiğinde uyandım,
Rüzgârın sesiyle açıldı perdem,
Gökyüzü eski bir defter gibiydi,
Sayfalarında yarım kalmış dualar.
Ben hâlâ, bir dervişin iç çekişinde arıyorum seni,
Bir yağmur damlasında, bir gönül sızısında,
Gözlerimdeki bu sızıya “yol” dedim,
Adımlarımın altıysa çoktan suya karışmış.
Köylerden geçtim, suskun taşlardan,
Her taşta bir yüz, her yüzde bir hikâye,
Ve her hikâyede bir eksik harf vardı,
Belki “ben”, belki “sen”, belki de “biz”.
Yolda bir Melami rastladı.
Sessizdi, ama sessizliği konuşuyordu;
Söz söylemiyor, ama her nefesi bir öğüt gibiydi.
Elini kalbine koydu, gözlerime baktı.
Dedi ki:
“Evlat, sır arayan, zaten sırrın içindedir.
Sen O’ndan kaçtıkça, O seni kendine yaklaştırır.
Bazen susmak, bin kelamdan hikmetlidir;
Zira her kelime, sahibine döner.
Kendini gören, Hakk’ı göremez.
Ama Hakk’ı gören, artık kendini bulmaz.
İşte o yokluk, varlığın ta kendisidir.”
Ben sustum.
O sustu.
Ve o sessizlikte dağlar bile eğildi,
Kuşlar bile ötmedi.
Sonra bir meczup çıktı karşıma;
Saçı rüzgârda, ayağı toprakta çıplak.
Kahkahası göğe çarpıyor, yıldızları yerinden oynatıyordu.
Deliydi belki, ama her sözü bir sır taşıyordu.
“Ey akıllı!” dedi, “sen hâlâ ölçüyorsun,
Oysa aşk ölçülmez, aşk olur.
Ben ne kalem tutarım, ne söz bilirim,
Ama her taşta O’nu görür, her seste O’nu duyarım.
Kül olmuşum, ama ışığım sönmemiş.
Deliliğim, aklın unuttuğu hakikattir!”
Bir an, Melami’nin sükûtu ile meczubun kahkahası birleşti,
Ve ben orada anladım:
Hakikat, iki zıtlıkta aynı anda saklıydı.
Biri içe döner, biri dışa taşar,
Ama her ikisi de aynı denize dökülürdü sonunda.
Gecenin koynunda yandım biraz,
Yıldızlara ismimi emanet ettim,
Ve her biri bir dua tuttu gökyüzünde,
Belki biri senin kalbine düştü sessizce.
Zaman, cebimde ufalanan bir ekmekti,
Kuşlara pay ettim hepsini,
Belki bir tanesi göğe taşır dedim,
O eksik kalan cümlemi:
“Ben seni bulmak için değil, kaybolmak için sevdim.”
Sonra biri sordu:
“Usta, keramet kimde?”
Ben gülümsedim,
Söz dilimin ucunda değil, gönlümün kenarındaydı.
Dedim ki:
Ne mısrada saklıydı sır,
Ne kalemin ucunda mucize,
Ne de alkışların arasında bir ölümsüzlük.
Gerçek, o an’daydı…
Melami’nin sessizliğinde,
Meczubun kahkahasında,
İki bakışın kesiştiği,
Bir nefesin diğerine değdiği o ince çizgide,
Ne eksik, ne fazla.
Ve şimdi biliyorum:
Keramet, ne şiirde ne şairdeydi,
Asıl mucize o denk gelişteydi.
Hüseyin Erdinç