0
Yorum
4
Beğeni
0,0
Puan
29
Okunma
Kızıyordum bir zaman
şimdi kızgınlığımı dikişsiz bir mendil gibi
gecenin boynuna bağlıyorum.
Kimsenin beni öldüremeyeceğini
çok eskiden öğrendim;
ölmek için önce bütün sesleri sevmek gerekiyordu
bense kimsenin sesine tam alışamadım.
Bir zamanlar ihanetlerin üstünü
çocukluğumun kırık oyuncaklarıyla örterdim,
hiçbirini affetmedim.
Affetmek, mandalina kabuğunu
kırkikindi yağmurunda kurutmaya benzerdi
o koku hiçbir yarayı iyileştirmezdi.
Uyumsuzmuşum.
Öyle dediler.
Oysa uyum
kuru bir gölgeyi duvara asmak gibi..
çerçeve duruyor,
içindeki karanlık çırpınıyor.
Ben kendi cehennemimi
Merhem sürer gibi içime sürdüm
kimseler bilmiyor.
Korkuların cehennemi
kendi kuyusuna çökerken
benim cehennemim
bazen bir annenin sesine benzeyen
paramparça bir şiirdi.
Daha kolay yaşamalıyım dedim
ama kolay olan hiçbir şey
benim kapımı çalmadı.
Her köşede ağustos böcekleri
saçlarıma sığınıyor
ben yürüdükçe
yetim bir nefes büyüyor içimde.
Bir yanım kırmızı
ama adını hatırlamak istemeyecek kadar kirgin.
Diğer yanım
susmanın kireçli duvarına yaslı.
Gülüyor gibi yaptığım
ölmüyor gibi yaptığım
günlerin üstünde mor bir tortu bıraktığım.
İnsanlar aç
yalnızlık daha aç
kimse içimde sakladığım külleri
çocuklar gibi üflediğimi görmüyor.
Sokağa çıkıyorum
bir lamba gölgemi yere düşürüyor
telefonuma bakıyorum
kimseden bir şey beklemiyorum
ama belki olur da
bir kelime yanılır
adımı yanlış hatırlar
diye yine bakıyorum.
Dışarıda hayat
çürümüş bir çiçeğin titreyişi gibi
kimsesiz.
Belki beni hep
kalbi olanlar
yaraladı
göğsümde kaç zamandır
sessiz büyüyen bir acı var
yaslanacak omuz bulamayan.
Ve şimdi,
en karanlık yerinde gecenin
kendi kendime söylüyorum:
Artık özgürüm
Öyle yalnızım ki...