0
Yorum
5
Beğeni
0,0
Puan
37
Okunma
Tütün renkli bir rüzgâr dolanıyor içimde,
bir zamanlar dağların alnına sürülen cesaretin yerinde şimdi
yorgun bir çocuk nefesi var.
Evvelden adamlar vardı, yüzleri taş, elleri ateş;
şimdi yalnız terk edilmiş namlular gibi bakıyor yollar.
Kimler kırıldı, kimler sustu,
kimlerin yetim ekmeği paylaştıkça eksilmedi,
bilmiyorum artık,
yalnız bir öç duvarına yaslanmışım gibi serin akşamlar boyu.
Şimdi gün dönüyor sanki,
eski defterler köz kokuyor,
yırtılmış bir bayram şekeri gibi acı kalmış dilimde.
Toprak değil artık;
bir kadının yanaklarına sürülen yas gibi kararıyor Mayıs.
Bir kuşun düşüşü kadar hafif ölmek nasılmış,
şimdi anlıyorum.
Kireç gibi bembeyaz bir yalnızlık
damarlarıma sızıp kelime diye büyüyor.
Ama bak, kader hep ters iğneyle diker yarayı,
bize de o yara kaldı payımıza.
Göğsüme bir taş bağlasam hafifler mi gece?
Sanmam.
Çünkü en ağır olan öfke değil,
çenesiz sabırdır.
Biz gençiz hâlâ, kırık camdan bir ışık gibi tehlikeli.
Göğsümüzde iki uçurum taşırız,
birini sevgiden,
birini uykusuzluktan oyduk.
Bayramın sesini unuttuk belki,
ama gülüş hâlâ dişlerimizin arasında
bir çocuk kemiği gibi oyun oynar.
Açlık değil mesele,
doyduğumuz şey biraz karanlık.
Geceye soktuğum yüzüm güvenilir mi?
Bilemem.
Ruhum, sapı kaybolmuş bir çakı gibi tetikte
ve ben bir dizeye sığmayan kabuklu gerçekteyim.
Kim bilir kaç kere boğulacakken kurtuldum,
kaç kez sır saklarken kırıldım.
Bir sevda büyüdü içimde;
bir kız çocuğu gibi önce ağladı,
sonra saçlarını taradı yokluğunda.
Dost söylemez, düşman anlatır insanı
ama ben ikisine de anlatamam adımı.
Çünkü ayıp değil, suç değil
yalnızca kaderin ıslak tarçın kokusu.
Belki yaşatan da bu,
belki öldürmeyen de.
Evet, hâlâ titriyor geceler avucumda.
Karanlık eski bir kaset gibi takılıyor başa,
mızrak değil, oyuk bir yalnızlık çarpıyor göğsüme.
Sigaram bile bana küs bu gece
dumanı değil zehri kalıyor içimde.
Yine yanıyor yastığımın kalbi,
ve ben fısıldıyorum usulca:
Gelsen, gölgen kadar yeter.
Şimdi gel.
Çünkü susmak içimi bitiriyor.