1
Yorum
9
Beğeni
5,0
Puan
105
Okunma
Bir evim olsun isterdim
ama ben ne zaman bir şey düşlesem
düş önce beni tartar
sonra içimdeki karanlığı yoklar
küçük bir ev isterdim
bahçesi nemli
toprağı uzun zamandır kimsenin yüzüne bakmamış kadar küskün
iki üç çiçek değil
eski acıların mezar taşları olurdu orada
üzerlerine yağmur düştükçe
çocukluğumun gölgeli yüzü çıkar ortaya
Pencerenin önünden hanımeli değil
kayıpların kokusu geçsin isterdim
adı olmayan bir yas gibi
ne tam çiçek
ne tam keder
sadece solgun bir nefes
evde yaşayan herkes yavaşça siliniyormuş gibi
Denizi gören bir oda düşünürdüm
ama deniz bana hep biraz sessiz bir azar atar gibi bakardı
karşıdan geçen vapurların sesinde
ömrümün yanlış giden tarafları yankılanırdı
evin iki odası olurdu
biri nefes aldığımı unuttuğum oda
diğeri nefes almadığım halde yaşadığıma inanan oda
ikisine de girince yabancı gibi hissederdim kendimi
Çocuklar okuldan dönerdi
ellerinde defter değil
bütün gün biriktirdikleri dünyayı taşırdı avuçlarında
dünyanın yüzü kirli olurdu çoğu zaman
ve o kiri kimse benden silemezdi
ev bu ağırlığı taşıyamaz
tavanı çökecek gibi olur
karım suyu geç ısınan bir çayla uğraşır
büyük kızım kırık bardakları saklardı
ben zaten kırık olanları görmeye alışmıştım
çünkü çoğu bende kırılmıştı zamanında
Akşama doğru sessizlik büyürdü
evin köşelerinde dolaşan o ağır sessizlik
bazen kendi gölgemle kavga ettiğimi sanırdım
oğlumla yürüyüşe çıktığımız günlerde
deniz kenarında kendi ayak izlerimi arardım
çünkü insan en çok
kendi kaybolduğu yerlerde kendini arar
deniz susardı
ben o suskunluğu içimde yıllardır taşıyorum
Annesi pencerenin kenarında
yıllar önce başladığı örgüyü söküp söküp yeniden örer
her söktüğünde biraz sessizliği dökülürdü yere
küçükler bahçede oynar
bir kelebeğin kanadına dokunduklarında bile
içimde bir şey eksilirdi
insan bazen mutluluğun tam ortasında bile
kendi cenazesinin ağırlığını taşır
Akşam soframız olurdu
ama biz sofrada değil
birbirimizin eksikliğinde otururduk
bir lokmayı yutmadan önce bile
geçmiş boğazımda yer açmaya çalışırdı
kahvemi kızlarımdan biri getirirdi
kulpu kırık fincanı görünce
kendimdeki bütün kırıkları düşünürdüm
gazetelerde başkalarının felaketlerini okur
kendi felaketimin başlığını hâlâ bulamazdım
Sonra yıllar geçer
çocuklar büyür
evden ayrılır
kapı arkamızdan kapanınca
ev karanlığı daha çok sahiplenirdi
duvarların dili olsa
biz yokken daha rahat nefes aldığını söylerdi belki
karımla baş başa kalırdık
aynı kırgınlığı taşıyan iki eski fotoğraf gibi
konuşmasak daha iyi anlaşırdık
çünkü kelimeler bazen
dokunmaktan daha fazla acıtır
Bir evim olsun isterdim
duvarları alın terinden değil
kaderime sızan küçük acılardan yapılmış
çocuklarımın kahkahası değil
kederlerinin solgun gölgeleri dolaşsın odalarda
karımın bakışları evi aydınlatsın demem
karanlığı saklayan bakışlarına bile razıyım
Bir evim olsun isterdim
çünkü insan bazen
yaşamaktan yorulduğu günlerde
ölümden önce sessiz bir sığınak arar
Benimki böyle olurdu
karanlık
küçük
ve biraz benim
5.0
100% (1)