0
Yorum
2
Beğeni
0,0
Puan
37
Okunma
Gecenin çürük mandalina kabuğundan sarkan
tuhaf ve yarım bir ışıkla başladım söze.
İlaçlardan kalma bir ağrı gezindi evvelâ
çamaşır iplerine asılı rüyalarımdan.
İçimde menekşe lekesi değil,
sudan hafif, külden koyu bir gölge büyür şimdi.
Sanki kendini unutmuş bir çocuk gibi
kendi omzuna dokunmaya utanıyor kelimelerim.
Çocukluğum bir bayram günü değil hiç,
harçlığını kaybetmiş bir sabahın cepleri gibiydi.
Bakkala koşarken düşmüş, dizleri kabuk tutmuş
yırtık bir hatıra…
Yağmura özenen bir çocuk saçım vardı o zaman,
kimse okşamadı,
ben kendi kendime gök gürültüsünün yerine
taramayı icat ettim saçlarımı.
Şimdi büyüdüm mü bilmem;
kalbim hâlâ annesi kayıp bir yoğurt bardağı
mutfak dolabının en arkasında unutulmuş.
Bazen kendime su koyuyorlar sanıyorum
oysa hiçbir bardağın kaderi doldurulmak değil
kırılmak biraz da.
Bir kadın vardı içimde adını hiç koymadım.
Dudağı külden, gözü ekim.
Konuşsa belki iyileşirdi evren,
ama o sustu.
Sessizlik pencere pervazına bırakılmış
soğumuş çorba gibi koktu odama.
Ben de kaşıklamadım,
hiçbir ses bana zorla sıcaklık yüklemesin diye.
Aşktan bahsedecek olursam,
o da tamir görmüş bir oyuncak ayı gibi
Kırık düğmelerle bakar bana.
Hiçbirimizin düğmesi tutmaz aslında,
sevmek sökülmüş yerlerden dikiş ister
ama herkes iğneden korkar.
Bu gece
kalbimi küçük bir kibrit kadar yakıyorum.
Alevi zayıf, ama inatçı.
Şehrin bütün lambaları sönebilir,
hiç kimse sokakları ezberden bilmeyebilir,
ben yine de yolumu bulurum belki
çünkü karanlık bazen en dürüst haritadır.
Ve bil ki
hiçbir yeşilçam perdesine girmeyen bu hikâye
bembeyaz değil, kapkara da değil.
Rengi, düşlerin unutkan diliyle çizilmiş:
maviye çalan bir siyah
siyaha yaslanan bir umut.
İşte gece burada duruyor.
Biraz eksik, biraz yanlış,
tıpkı insan gibi.
Sen konuştukça tamamlanır,
ben sustukça çoğalır
bir pastel direniş gibi,
sessiz ama inatla renk veren.