0
Yorum
2
Beğeni
5,0
Puan
108
Okunma
Mutsuzluk bizim evin en eski misafiriydi;
kapıyı çalmadan girer,
ayakkabılarını çıkarmadan içeri çökerdi.
Biz de ses etmezdik,
çünkü bazı dertlerin terbiyesi yoktur,
öğütle falan düzelmezler.
Bir köşede oturur,
ceketimizin düğmesini koparır gibi
neşemizi sökerdi tek tek.
Sonra kalkıp gider,
arkasından bir sessizlik kalırdı
çamaşır suyuna bulanmış bir akşam kadar keskin.
Biz de alıştık zamanla;
mutsuzlukla aynı bardaktan su içmeye,
aynı battaniyenin altına girmeye,
aynı rüyanın kenarında oturmaya.
Bazı geceler o kadar büyürdü ki içimizde,
yastığımız bile başımızı taşımakta zorlanırdı.
Ama anlatamazdık.
Çünkü mutsuzluk anlatılınca
daha derin bir kuyuya dönüşür.
Susunca da
insanın göğsünde yerleşik bir diken gibi kalır.
Ve en acıklısı şu:
Bizim mutsuzluğumuzun bir adı yoktu.
Adı olmayınca dua da edilemiyor,
ilaç da bulunmuyordu.
Sadece duruyordu içimizde —
karanlık bir evin perdeleri gibi,
hiç aralanmadan.
5.0
100% (1)