1
Yorum
1
Beğeni
5,0
Puan
85
Okunma
Hülya’ya...
belki annemin bile ismini
unuttum bir sabah,
rüyamda eski bir sandalye ağlıyordu.
ağaç sesini tanırım ben,
kırık bir koltuk ayağından bile.
ıslık çalamayan bir oğlandım ben çocukken,
kardeşim uçurtma kesildi diye ağlardı.
bir kuşun düşüşüne benzeyen sessizlikti o,
sızan soba dumanında...
Ömrüm kısalmıştı o gün,
ama kimse fark etmemişti.
gölgeli bir cadde açılacak diyorlar yakında,
ben hep mideme bastırarak bitiriyorum cümleleri.
tanrı sadece oyun kurar bazen,
oyuncakları kırık çocuklarla.
biz şimdi delikanlı oğlanlar,
ve dantel yürekli kadınlar olarak,
kederimizin menşeini araştırıyoruz.
bu mahallenin tutanaklarını
sadece unutkan kuşlar tutuyor.
rüyasında bir dostuyla konuşan bir çocuğun,
“geldi” deyişine inanıyoruz hâlâ.
buna inancın arka kapısı deniyor.
cam bardaklarda dedikodular soğuyor,
katili belli olmayan şarkılar yazıyoruz.
kadınlar artık ağlarken makyajlarını değil,
dünyayı siliyor yüzlerinden.
biz pastel kalemlerle ölüleri giydiriyoruz,
çünkü ölüm çıplakken çok üşür.
ey Per-i Hülya, büyük oyun arkadaşım,
şeytanım hâlâ küsmüyor bana.
bugün tarçınlı süt yaptım,
bitkileri suladım, kiramı ödedim,
ve içimdeki çatlaktan yeni bir ses çıktı:
“devam et.”
devam ediyorum.
kalemim paslı, kalbim ütüsüz,
ama şiirlerim hâlâ doğuruyor beni.
kar erirse belki gülümserim,
belki sadece yazarım
gülümsemek gibi, ama biraz eksik.
başka arzunuz?
5.0
100% (1)