2
Yorum
7
Beğeni
5,0
Puan
92
Okunma
Bir ağacın gövdesine yaslandım az önce,
içimde yıllardır unuttuğum bir kapı gıcırdadı;
sanki bir çocuk, yokuş aşağı koşarken düşmemek için
ellerine gökyüzünü almış da
nefes nefese bana doğru geliyordu.
Birden üşüdü dünya.
Üşümek dediğim, terzi hatası bir kader gibi:
Omzundan biraz fazla sarkan bir karanlık,
boyundan kısa düşen bir umut.
Ben yine ölçüsüzdüm.
Ben yine seni düşünürken
bir kırlangıcın gölgesine takılıp kaldım.
Ne tuhaf,
aynı saatte iki yerden geçiyor içimde adın—
birinde bir nehrin kıyısında oturmuş
bileklerini suya doğru sarkıtıyorsun,
ötekinde bir çiçeğin yapraklarını
yavaşça kapatan geceyi izliyorsun.
İkisi de sensin.
Birini sevmek kolay,
diğerini anlamak ömür ister.
Ben mi?
Ben gecenin içine gizlenmiş bir su sesiyim:
Duyarsın ama bulamazsın,
yaklaşınca kaybolurum,
uzaktan daha gerçeğim.
Bazen kendimi,
şehre geç kalan bir sabah ezanı gibi duyuyorum;
kimseyi uyandırmak istemeyen
ama susarsa dünya eksik kalacak bir inilti.
İşte o an anlıyorum,
insan senin yokluğunda bile
birilerine iyi gelmeye çalıştıkça
içinden kırılıp dökülüyor.
Yine de bil:
Seninle hiçbir anım
bir gölgenin duvara çarpıp yok olması gibi değil.
Daha çok,
rüzgârın unuttuğu bir tüyün
yıllarca aynı çalının dibinde kalması gibi;
kimse bilmez, kimse görmez,
ama o tüy, varlığıyla bir ömrü tamamlar.
Şimdi söyle,
hangi şiir anlatabilir ki
senin yüzüne dokunmadan
ellerimde büyüyen bu ürpertiyi?
Ben yazıyorum.
Seni değil,
sana varmayan bütün yolları.
Çünkü gerçek şiir,
hiç ulaşamadığımız yerlerden doğar.
5.0
100% (3)