0
Yorum
3
Beğeni
5,0
Puan
81
Okunma
Sana bir şey anlatmak isterdim
ama kelimeler, cebimde unutulmuş bozukluklar gibi
nereden geldiğini hatırlamadığım
ve harcamaya da kıyamadığım bir ağırlıkla duruyorlar.
Bazen,
insanın kendi içine dönmesi için
kentin bütün ışıklarının aynı anda sönmesi gerekir,
ben bunu geçen gece anladım:
sokak lambası patladı,
evin duvarında kendi gölgemi değil,
bir türlü büyümeyen bir çocuğun tereddüdünü gördüm.
İyi misin diye soracak kimsem yoktu,
ama sesim kendime çarptı;
dönüp baktım,
içimde hâlâ bir yerlerde
çocukluğumun kırık bisikleti
rüzgarsız bir günde kendi kendine devrilip duruyor.
Sana gelince…
sen hep kalabalıkların içindeki sessizliktin,
dokunsam dağılan, dokunmasam içime çöken.
Sana dair en tuhaf şey,
bende bıraktığın boşluğun
hiçbir yere ait olmayışı;
sanki haritada adını silmiş bir kasaba gibi
varlığını yitirince daha görünür oldun.
Ben mi?
Ben hâlâ geceleri mutfağa su içmeye kalktığımda
buzdolabının ışığında gözlerimi kısmak zorunda kalıyorum;
her şey fazla parlak geliyor
senden sonra.
Belki de hayat,
kimsenin fark etmediği küçük bir çentiğin yanından sızıyor içimize;
ben o çentiği buldum sanırım
ama hangi duvarda olduğunu hatırlamıyorum artık.
Sana sadece şunu söyleyebilirim:
Bazen insan,
bir başkasının unuttuğu ülkede yaşamayı öğreniyor
ve pasaportuna yazılmayan bütün hikâyeleri
göz çukurlarında taşıyor.
Ben oradayım işte—
adını sen koymadığın bir yerde,
senin bile bilmediğin bir yanımda
sessizce oturuyorum.
5.0
100% (2)