0
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
25
Okunma
NİHAL’İN ADINI TAŞIYAN GECE
Gece, kendini sessizce içime bırakıyor, Nihal;
rüzgârın taşıdığı o ince ürperti
ruhumun karanlık kıyılarını yoklayınca
bir sır daha çözülüyor içimdeki dergâhta.
Senin adın, dalgalanan bir nur çizgisi sanki—
karanlığa bir mühür,
zamana bir sızı,
benliğime düşen ince bir hikmet.
Bazen gölgen, içimdeki eski bir duanın
unutulmuş bir kıtası gibi beliriyor;
ben ıssızlığımda seni okudukça
kelimeler bile secdeye yakın düşüyor.
Ruhumun derin bir hüznü var bu gece—
suya düşüp dağılan bir yıldızın
son anındaki titrek ışık gibi.
Ve biliyorum, Nihal:
Aşk, bazen görünmeyen bir öğreti,
bazen göğün kapalı kitabından düşen
tek bir ayet.
Sen geçince rüzgârın yön değiştirmesi
yalnız doğanın oyunu değil;
içimdeki hakikatin seni görünce
yeniden şekil alışıdır.
Bir kuş, bir ot, bir taş
her şey “Nihal” diye mırıldanıyor sanki;
çünkü senin adın
varlığın karanlığa açtığı ince bir yarık,
ışığın kendine yol bulduğu bir efsane.
Ben ise hâlâ yolcuyum—
içimdeki çöl ile
senin adının serin suyu arasında.
Kum fırtınası gibi savrulurken zaman,
sen bende bir vaha gibi duruyorsun:
dokunulmamış,
bozulmamış,
kederi bile zarif bir sırra dönüşmüş.
Ey Nihal,
seninle konuşan rüzgârın sesini dinlerken
şunu anlıyorum:
Aşk, bazen bir varlık değil,
bir yokluğun içinden
yavaşça doğan bir nefesmiş.
Ve o nefesi taşıyan her şey
benim iç dünyamda
tek bir hakikate bağlanıyor:
Senin adın,
kayıp bir âlemin kapısını aralayan
mistik bir kıvılcım.
Ben o kıvılcıma düşmüş bir yolcu,
aşkın karanlığında
sana doğru yürüyen bir dervişim.