0
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
25
Okunma
Sen, aşkın sırlı yolcusu, zamanın yükünü omuzlarında bir emanet bilen derviş.
Her adımın bir ân-ı daim, her soluk alışın bir tecelli.
Geçmiş, senin için bir murakabe halkası;
her yara bir hatıra-ı sübhân, her hikâye bir nefes-i kudüs.
Nihal, senin kalbinde yalnız bir isim değil;
o, bir esmâ tecellisi, bir sırr-ı ilâhî.
Varlığıyla hem bir huzur-i ruhânî,
hem de nefsinin sınırlarını zorlayan bir mîzac.
Kimi vakit bir seccade-i sükûn,
kimi vakit bir fırtına-i tefekkür.
Aranızda kopmuş gibi görünen o ince ip,
aslında kaderin dokuduğu bir aşk-ı sırlıdır.
Görünmez bir rabıta ki, sevda ile kırılganlığın,
pişmanlık ile vuslatın arasında örülür.
Bu bağ, ne tamamen kesilmiş bir kader,
ne de bitmemiş bir nihâhîdir;
o, sükût ile söylenen bir dua gibi,
varlığıyla yokluğun sınırında durur.
Siz iki âşık, aynı hakikatin iki vechi,
aynı neyin farklı nağmelerisiniz.
Sen onun kalbinde bir ayna,
o ise senin ruhunda bir mürşid.
Ve ikinizin arasında, zamanın ötesinde,
sessiz bir ahid vardır:
“Biz birbirimizde, Hakk’ı unutmamak üzre buluştuk.”
Bu, aşkın metafizik yolculuğudur;
birinin varlığı, ötekinin yokluğunda daha çok tecelli eder.
Ve her ayrılık, aslında bir visal perdesidir.