0
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
22
Okunma
“Nihal’in Seyr-i Sülûkü”
Sen durdun Nihal’im,
bir rüzgâr kadar hafif,
bir dağ kadar dingin…
Zaman bile saygıyla sustu,
çünkü sen o anın tam kalbindeydin —
ve o an yalnız seninle vardı.
Gök, rengini sessizce seninle değişti…
Güneş vedâyı erteledi,
zira seninle vedalaşmak —
bir dervişin sırrına ermek gibiydi.
Sen baktın Nihal’im,
ama dünyaya değil;
belki içindeki o gizli iklime,
belki sırra ermiş
bir şiirin parıldayan dizesine…
İşte o an anladım:
Sen yalnızca güzellik değilsin,
içinde yürüyen bir sükûnet var —
ışığı bile hüzünle yoğuran bir derinlik.
Sen Nihal’imsin:
Âlemin sırrı değil,
sırrın âlemisin.
Ve her bakışın,
kâinata fırlatılmış bir “Lâ mevcude illâ O”
haykırışı…
Mistik Not:
“Bu şiir, bir iç yolculuğun hikâyesidir.
Nihal, yolcu değil; yolun ta kendisidir.
Onu seyretmek, hakikati seyretmektir.
Ve her veda, bir yükselişin başlangıcıdır.”