0
Yorum
4
Beğeni
5,0
Puan
130
Okunma

Sen benden gideli çok olmuş.
Ama ben hâlâ o sabahın içinde sıkışıp kalmışım. Gökyüzü, senin gidişini bilirmiş gibi solgundu. Ne güneşti ne bulut… sanki ikisinin arasında, kararsız bir vedaydı.
Ben kapının eşiğinde durmuşum, elimi kaldırıp da sallayamamışım.
Belki de o yüzden gitmedin hiçbir zaman; çünkü ben seni hiç uğurlamadım.
Evin içinde senin sesinin yankısı hâlâ dolaşıyor. İnce bir kahkahanın gölgesi, mutfakta yarım kalmış bir cümlenin tınısı, yatağın ucunda unuttuğun o hırkanın kokusu…
Zaman bunların üstünü örtemedi.
Belki ben izin vermedim.
Belki de zaman, sensiz akmayı reddetti.
Sonra yıllar geçti, günler birbirinin aynısı oldu. Her sabah aynı fincanda kahve, aynı sessizlik, aynı düşünce: “Acaba şimdi neredesin?”
Bir sokak köşesinde, bir yabancının gözlerinde seni aradım.
Rüzgâr estiğinde, adını fısıldıyor sandım.
Oysa hiçbir rüzgâr, senin gibi kokmuyordu.
Hiçbir sessizlik, senin sustuğun kadar derin değildi.
Bir akşamüstü, eski bir defter buldum. Kapak kenarında senin el yazınla bir not:
“Eğer bir gün ben gidersem, gittiğimi kabullenme hemen.
Belki sadece uzaklaşmam gerekmiştir.”
O an anladım: Ben seni uğurlamaya değil, beklemeye mahkûm olmuşum.
Gidişin bir bitiş değil, benim için sonsuz bir ara cümleymiş.
Ne başlıyor, ne bitiyor.
Sadece bekliyor.
Sessiz, ama inatla.
Şimdi penceremin önünde oturuyorum.
Yağmur başlıyor.
Camdan süzülen her damla, adını mırıldanıyor.
Elimi cama koyuyorum, sanki senin elinmiş gibi.
Bir an için gerçekten dönmüşsün gibi oluyor.
Kalbim yerinden fırlayacak gibi atıyor.
Ama gözümü kırpınca, yine sadece yağmur kalıyor.
Ve ben yine aynı cümleyi fısıldıyorum:
“Sen benden gideli çok olmuş…
Ben sadece seni uğurlamaya kıyamamışım, hepsi bu.”
5.0
100% (4)