0
Yorum
15
Beğeni
5,0
Puan
205
Okunma
Çok yorgunum…
Ne uykusuzluktan,
ne de uzun yolların tozundan.
Ben, yaşamak denen şeyin
ağır geldiği yerindeyim artık.
Bir ömür, omzuma yüklenmiş gibi.
Bir yanım çocuk kalmış,
bir yanım mezar taşı kadar suskun.
Ne içim gülüyor, ne dışım anlatabiliyor kendini.
Her sabah aynı gömleği giyerim,
aynı sokaktan geçerim,
aynı yüzlere selam veririm,
ama kimse bilmez:
Her adımda biraz daha eksiliyorum.
Bir sigara yakarım —
dumanı değil, dertleri dağılır havaya.
Küller yere düşerken,
benim de parçalarım karışır toprağa.
Bir gün biri bastığında oraya,
belki beni hisseder,
ama tanımaz.
Çok konuştum bir zamanlar.
Hayata, insana, aşka…
Şimdi susmayı öğrendim.
Çünkü bazı sözler,
ağzına kadar acıyla dolu bir bardağı içmek gibi:
İçsen yakar, içmesen kalır içinde.
Bir zamanlar umut diye bir şeyim vardı.
Küçük, kırılgan, ışık saçan bir şey.
Ama insanlar çok dokundu ona —
ve ben o ışığı koruyamadım.
“Biraz dinlen,” diyor aynadaki yüzüm,
ama gözlerim uykudan değil,
geçmişten yorgun.
Bir sevda geçti içimden,
ama izini silemedim.
Bir dost kaybettim,
ama sesini hâlâ duyuyorum rüyamda.
Her şey bitti,
ama ben bitmedim —
sadece sessizleştim.
Ve şimdi, geceleri kendimle oturuyorum.
Bir bardak çay, bir sandalyenin gölgesi,
bir de düşüncelerim…
Kimse yok yanımda,
ama kalabalığım hâlâ:
Yarım kalan sözlerle,
yarım kalan insanlarla doluyum.
Çok yorgunum, evet.
Ama hâlâ yaşıyorum.
Çünkü yorgunluk bile
beni hayattan koparamadı.
Sadece daha sessiz,
daha içe dönük bir adam yaptı.
Ve sabah olunca,
yine kalkarım,
yine o aynı gömleği giyerim,
yine sokaklara karışırım.
Kimse bilmez,
ama her adımda fısıldarım içimden:
“Çok yorgunum…
ama hâlâ buradayım.”
5.0
100% (5)