1
Yorum
10
Beğeni
5,0
Puan
181
Okunma
Munzur’un kıyısında küçücük bir ev kurduk…
Ne betondan, ne gösterişten ibaretti bu ev. Duvarlarını dağların sessizliği, çatısını gökyüzü, pencerelerini ise Munzur’un berrak akışı örmüştü. İçinde sobanın çıtırtısı, çayın buharı ve iki yüreğin birbirine yaslanışı vardı.
Geceleri gölgelerimiz duvarlara vururdu. Bazen uzun, bazen kırık, bazen dağılmış gibi… Ama o gölgelerin içinde bile kalbimizde çiçekler açardı. Çünkü biz acının bile içinden sevdayı yeşertmeyi öğrenmiştik.
Bazen rüzgâr kapımızı çalar, içeri dağ kokusu girerdi. Bazen kuşlar bacamıza konar, sabah ezgisi söylerdi. Ama en çok Munzur’un sesi vardı yanımızda: hiç susmayan, hiç tükenmeyen, hiç ihanet etmeyen bir dost gibi…
Zaman geçti, gölgeler çoğaldı, yükler ağırlaştı. Ama kalplerimiz, dağların arasında açan sarı çiçekler gibi, inadına yaşadı. Çünkü biz biliyorduk:
Gerçek yuva dört duvar değil, iki kalbin birbirine sığabildiği yerdir.
Ve Munzur’un kıyısındaki o küçük ev… Hâlâ kalbimizin içinde dimdik ayakta duruyor
Munzur’un kıyısında küçük bir ev kurduk,
Duvarları su sesiyle örülmüş,
Pencerelerinden dağlar bakıyor içeri,
Ve biz hâlâ birbirimize bakıyoruz sessizce.
Gölgelerimiz yanımızda yürür,
Bazen geceyi, bazen acıyı taşır.
Ama bil ki sevgilim,
Gölgelerin içinde bile filizleniyor umut.
Toprak kokusunda gizlenmiş hatıralar,
Her rüzgârda senin adını fısıldıyor.
Kalbimiz bir dağ çiçeği gibi,
Kayalıklarda bile açmayı biliyor.
Munzur şahit olsun:
Biz ne olursa olsun
Birbirimizin evi,
Birbirimizin ışığı olduk.
5.0
100% (2)