1
Yorum
9
Beğeni
5,0
Puan
83
Okunma
Dersim’in dağlarına doğru ağır bir sis çökmüştü. Sabahın ilk ışıkları Munzur’un üzerinden usulca süzülürken, Çiğdem elinde eski bir defterle taş köprünün kenarına oturdu. Defterinin sayfaları rüzgârla titriyordu; sanki doğa bile içindeki fırtınayı hissediyordu.
Kalbinde bir yol vardı—kimsenin bilmediği, kendisinin bile bazen anlamadığı bir yol. O yol bazen bir ağıt kadar karanlık, bazen bir turna kanadı kadar hafifti. Ama hep aynı yere çıkardı: yaraya.
O sabah, Munzur’un üzerine vuran soğuk havayla birlikte içindeki ses yeniden konuştu:
“Wayê dilê mı… Rêyê xo nê kina…”
(Ah kalbim… Yolunu bulamaz oldun.)
Çiğdem, çok şey yaşamış bir kadındı. Her acıyı, her ihaneti, her yarayı kendine saklamayı öğrenmişti. İnsanlara söylemediği her söz, dağlara söylediği bir sır olmuştu. Dağlar susardı, ama anlamazdan gelmezdi.
Birini çok sevmişti…
Yürekten, temiz, korkusuz bir sevgiyle.
Ama kader, sevdiğiyle aynı yolu yazmamıştı. Onlar bir araya gelmedi; gelmeyen şeylerin acısı çok daha ağır olurdu. Bu yüzden her taşta onun izi, her rüzgârda onun sesi kalmıştı.
O gün Çiğdem yine dağlara seslendi:
“Dağlara söyledim adını…”
Rüzgâr eski bir sızı gibi yüzüne dokundu.
Belli ki dağlar onu hatırlıyordu.
Her adımında yokluk eziliyordu ama o yine yürüdü.
Kendi yolunu kendi kazıdı.
Gece olduğunda aynı göğe baktı; yıldızlarla konuştu.
Ve içinden şu cümle döküldü:
“Kader bizi yazmadı… ama ben seni yüreğime yazdım.”
Sonra bir ses yükseldi doğanın içinden.
Kavalın ince acısı…
Kemana karışan ağıtın tınısı…
Sanki dağlar onun adına ağlıyordu.
Gecenin karanlığında, hava iyice ağırlaşmışken kendi kendine fısıldadı:
“DersimliKiz… dayan.”
Çünkü dayanmak, onun kaderiydi.
Çünkü yıkılmadıkça kimse onu yenemezdi.
Zaman geçti.
Bir gün, bir gün daha…
Ama beklediği kişi geri dönmedi.
O da anladı:
Bazı insanlar geri dönmek için değil, ders vermek için çıkar karşına.
Bazı acılar çökertmek için değil, güçlendirmek için yaşanır.
Bu düşünceyle ayağa kalktı.
Yüreğini tutup derin bir nefes aldı.
“Ben kendime söz verdim,” dedi.
“Düşsem de kalkacağım.”
Rüzgâr onu onaylar gibi esti.
Sanki doğa bile şöyle diyordu:
“Çiğdem Turan kolay yıkılmaz.”
Ve o an, içindeki ağıt bir direnişe dönüştü.
Yaralıydı ama diri.
Yalnızdı ama güçlü.
Türkçe ve Zazaca arasında salınan bu kadim toprakların dili gibi…
Hem acıyı hem umudu taşıyan bir kadın oldu.
Yollar uzun olsa da,
geceler karanlık olsa da
o yürümeye devam etti.
Çünkü artık biliyordu:
“Rêyen Dilo – Yüreğin Yolları”
bir sevdanın bitişi değil,
bir kadının kendi kalbine dönüş yolculuğuydu.
Wayê dilê mı…
Rêyê xo nê kina,
çi çend yarayî, çi çend loma…
Munzur’un üzerine çöken o ağır hava
kalbime iner, adımı sorar:
“Çiğdemê dılxo, êdî çı xo karo?”
Dağlara söyledim adını,
rüzgâr yüzüme eski bir sızı gibi dokundu.
Her taşın üzerinde bir anın kaldı,
her adımımın altında yokluğun ezildi.
Bütün yollarımı kendim kazıdım,
her gece aynı göğe baktım.
Kader bizi bir araya yazmadı belki,
ama ben seni sessizce
yüreğimin en derin yerine sakladım.
Wayê, wayê dılo mı…
Rêyê te têr nêbîyo,
hesretê mı têr nêşîyo…
Çiğdemê dılxo, kêma mı sero?
Dersim’in gece ışığında
kim benim yoluma ronîyo?
Gecenin koynunda büyür yaralar,
kaval sesi gibi ince ince kanar.
Kemanın ağıdı içime düşer,
bir ses fısıldar uzaklardan:
“DersimliKiz… dayan.”
Dağ taş duyar sözümü,
sen duymazsın, o beni yakar.
Küllerimden yürümeyi öğrendim,
ama gönlüm sana
her zaman, her yerden akar.
Dayê…
Hewa te erdê mı ra viriye,
dılo mı kırdo, çımêriye…
To çına namî, çına ravenî?
Qîsmetê mı, hesretê mı bı?
Ben kendime söz verdim:
Düşsem de kalkacağım.
Rüzgâr bile biliyor artık—
Çiğdem Turan kolay yıkılmaz.
Wayê dılo mı, rêyên xo vakî…
DersimliKiz, şewê de ronî…
Bu yürek yaralıdır ama diri,
hem Türkçe hem Zazaca
bir yüzü sana ağıt,
bir yüzü bana direniş olur.
Yazan Cigdem Turan Dersimlikiz
5.0
100% (2)