0
Yorum
9
Beğeni
5,0
Puan
183
Okunma

Ben kaderime razı değilim.
Ben kaderimle kavga etmiyorum.
Ben kaderimi tanımıyorum.
Bir gün sustular.
Çok sustular.
Ve ben o gün doğdum.
Anneme kimse sormadı:
“Bu çocuk ne olacak?”
Çünkü olacak olan
çoktan olmuştu.
Kader,
parmak izinden daha önce kazınmış bir suskunluktur.
Bir adama ne kadar ekmek yerse yesin,
bir lokması kadar ağırlık koyar hayatın terazisine.
Siz hiç sabah ezanında
bir şehre girmeyi denediniz mi?
Kader o şehirdir.
Kapıları hep açık ama kimse giremez.
Giren de
çıkan da
zaten çoktan yazılmıştır bir kenara.
Ama yazı
kimin mürekkebiyle yazıldıysa,
biz o kalemin ucunda sadece lekeyiz.
Ben
bir kelimeyi anlayınca
bin cümleyi unuttum.
Adalet dedim,
hakikat sustu.
Sabır dedim,
öfke büyüdü içimde.
Ve kader,
işte bu çarpışmaların
adı konmamış galibidir.
Bir adam
çocukken susar.
Gençken haykırır.
Yaşlandığında tekrar susar.
Ama kader
hep aynı kalır:
Bir adım ötede duran
ve asla geçilmeyen bir eşik.
İnsan kendini
ne zaman Tanrı’dan daha çok düşünmeye başlarsa
kader onu bulur.
Kırmak için değil,
yoklamak için.
Dize getirmek için değil,
dizlerinin bağına kadar sarsmak için.
Ve işte o an,
ne okuduğun kitap işe yarar,
ne ettiğin dua.
Çünkü kader
bilgiyi de, imanı da
sadece hatırlayanlara indirir.
Ve sen
o gün hatırlarsın:
Bir zamanlar "ben" dediğin şey,
zaten hiç sen olmamış.
Kader,
bir merhamet biçimi değildir.
Kader,
bir adalet türü de değildir.
Kader,
bir kelimedir.
Ve o kelime,
senin diline asla verilmemiştir.
Sen sadece yaşarsın.
Bir başkasının yazdığı
ama senin imzanla mühürlenen bir yaşamı.
Sonra ölürsün.
Ve biri daha doğar.
Aynı kaderle.
Aynı suskunlukla.
Aynı emirle:
"Ol."
5.0
100% (1)