0
Yorum
6
Beğeni
5,0
Puan
288
Okunma

İkindi vaktiydi.
Solgundu gökyüzü, rengi kül gibi.
Taş sokaklar bin yıllık suskunlukla örülü.
Yokuşta bir adam, topal, elleri boş.
Sırtında yalnızlığın ağır paltosu.
Yürüyor.
Ne acele var adımlarında,
Ne de duracak cesaret.
Yaşamak gibi:
Gereksiz,
Ama
Zorunlu.
Ardından bakıyoruz:
Biz gölgeyiz, tanık belki,
Belki onun da geçmişiyiz.
Omuzlarında yıkıntı bir tarih,
Gözükmeyen yüzünde
Görünmeyen bir çığlık.
Şehri değil, kendi içini tırmanıyor.
Taşlar altında değil, ayakları bizzat;
Bir ömrün ezilmiş kalbinde yankılanıyor.
Her adımda biraz daha siliniyor izleri.
Ama gitmiyor,
Gitmeye de niyeti yok.
Belki de
Bu yokuşun sonu
Bir ev değil,
Bir hiçliktir.
Ya da
Bir başka başlangıç...
Aynı çıktığı yokuşun
Başlangıcı gibi.
Ey yürüyen adam,
Nereye böyle?
Varılacak yer mi kaldı,
Yoksa yürümek mi tek teselli?
Yalnızlık mı seni bükmüş böyle,
Yoksa kucakladığın umudun kamburu mu sırtındaki?
5.0
100% (1)