0
Yorum
8
Beğeni
5,0
Puan
223
Okunma

Bir varmış...
Hafızamın kıyısında bir ev kalmış,
Kapısı gıcırdayan,
Zamanla pas tutmuş bir masal gibi.
Toprak damında yıldızlar beslerdi bizi,
Ay, pencereye su gibi vururdu her gece.
Annemin sesi olurdu...
Süt ısıtır gibi yumuşak,
Yaraları üfleyip geçiren bir dua.
Tencerenin buğusunda çoğalırdı soframız,
Ekmek bölünürdü,
Biz kırıntılardan bile doyardık.
Babam...
Bazen bir ağaç gölgesi gibi suskun,
Bazen bir harf gibi dik dururdu gözümüzde.
Çekiç sesiyle uyanırdı sabahlar,
Demiri eğdiği gibi zamanı da eğerdi,
Bir avuç geleceğe dökerdi günleri.
Kardeşlerim...
Koşarak büyürdük ayakkabısız,
Dizlerimiz yaralı, kahkahalarımız diri.
Her düşüşte bir başka oyuna sarılırdık,
Ve kimse bilmezdi
Hangi taşların dinlediğini gözyaşlarımızı.
Bir yokmuş...
Yıllar geçtikçe,
O ev sessiz bir hatıraya dönüşmüş.
Ne annem kalmış, ne babam...
Kardeşlerim, birer göçmen gibi
Dağılmış uzak kıtalara, ayrı düşlere.
Şimdi ben,
O evin külünde oturuyorum,
Duvarları çatlamış bir masal anlatıcısı gibi.
Sözcüklerim eksik, hecelerim yorgun.
Ne zaman “biz” desem,
Ardından uzun bir sessizlik iniyor.
Bir varmış bir yokmuş...
Bir adam kalmış geriye,
Elinde eski bir anahtar,
Bilir artık kapı kalmadığını;
Yine de arar, sessizce, çaresizce...
5.0
100% (3)