2
Yorum
16
Beğeni
5,0
Puan
205
Okunma
Bir çay demledim sabaha,
içine biraz suskunluk attım,
biraz da senin gitmelerinden kalan tortuyu.
Bardağın kenarında unutulmuş cümleler var hâlâ,
söylesem kırılır, söylemesem içime batıyor.
Ben artık bazı kelimeleri ağzımda çiğnemiyorum,
yutuyorum direkt, boğaza kadar acıyor.
En çok,
bir duvar saatinin tik taklarında boğuluyorum.
Zaman geçmiyor değil,
beni ezerek geçiyor.
Bir sabah ezanı gibi geçiyor —
kimseye dokunmadan,
ama içime değerek.
Balkon demirlerine yaslanmış şehir,
hiçbir yere yetişmeyecek bir otobüsü bekliyor sanki.
Ve ben,
birini beklerken unuttuğum kendimle göz göze gelmekten yoruldum.
İnsan kendine ne kadar uzun bakabilir ki?
O kadarını baktım.
Kendimi geçtim bazen,
ama senin gittiğin sokağı geçemedim bir türlü.
Bir çay içimi kadar sustum.
O kadar işte.
Ama o suskunlukta neler anlattım,
hiç duymadın.
Beni hep eksik bir şey sanıyordun.
Oysa ben tamamlanmamak için sevdim seni.
Yarım kalalım istedim,
çünkü bütün olmak seni kaybetmekti belki de.
Şimdi gözlerim günün ilk otobüsüne takılı,
bir camın ardından geçen siluetlerde seni arıyorum.
Yanaklarına konan yorgunluğu
kimse fark etmiyor,
ama ben senin uykusuz kaldığın geceleri bile ezberledim.
Ne zaman biri sessiz gitse,
ben seni hatırlıyorum.
Ne zaman biri hiçbir şey söylemeden kapıyı çekse,
ben içimden bir şeylerin düştüğünü hissediyorum.
Bir çay içimi kadar geçti dedim ya...
Aslında sen o çayın dumanında buhar oldun.
Bir daha gelmemek üzere.
5.0
100% (6)